Geçtiğimiz günlerde Altınşehir kavşağı yakınlarında yaşanan elim bir trafik kazası sonucu üniversite öğrencisi iki genç kızımız hayatını kaybetti… İki eve ateş, yüzlerce yüreğe de acı düştü…

Allah rahmet eylesin, ailelerine sabırlar diliyorum. Yürekten dua edebildik, acıyı paylaşabildik sadece. Başka bir şey de elimizden gelmedi, gelemezdi de.

Bu ve benzeri kazaların önlenmesi, yaşanmaması için birilerinin yapabileceği bir şeyler var mıydı bilmiyorum.

Ama kaza ile birlikte herkesin aklına ortak bir sorun geldi. Kavşakların yeniden düzenlenmesi, alt ve üst geçitler.

Yıllardan beri dillendirilen, gündeme gelen, adeta pelesenk olmuş bir konu…

Bugüne kadar ciddi olarak herhangi bir şey yapılmamasının nedenini anlayabilmiş değiliz. Bundan daha acısı üzerine vazife olanlardan herhangi açıklama gelmemesi, ben duymadım en azından.

Konu bilinmediğinden ya da çözüm bulunmadığından değil, belki de ilgisizlik, aymazlık ve duyarsızlıktan dolayı çözülemiyor.

Kaza ve Kader’e inancımız tamdır şükür. Tedbir ve tevekküle de inanırız, amenna. “Suç çarpanda mı yoksa vefat edenlerin dikkatsizliği mi var?” soruları elbette akla gelebilir ama bu sonraki, tali hatta kazaya ait teknik sorulardır diye düşünüyorum. Zira bu sorulardan önce hemen akla yolun durumu geliyorsa esas sorun başka yerde demektir.

Altınşehir kavşağı (ve diğer kavşaklar) köprülü kavşak ya da battı çıktı denilen şekilde düzenlenseydi, üst/alt geçitler yapılıp refüj tel örgülerle kapatılsaydı ve gerekli sinyalizasyon yerleştirilseydi o zaman başka nedenler aranabilirdi. Yaşanan olumsuzluklarda yetkililerin ya da ilgililerin ilk anda akla gelmesinin esas nedeni budur.

Özetle ifade etmeye çalıştığım bu konu olayın bir yönü. Bir diğer yönü var ki, bu da ayrı bir ilgisizlik örneği.

Sınıf arkadaşlarını, okul arkadaşlarını kaybeden birçok genç olayla birlikte derin bir üzüntü ve acıya kapıldılar. Kolay değildi kısa bir süre önce gülüp konuştukları, bir çok şeyleri paylaştıkları arkadaşlarını hem de elim bir kaza sonucu kaybetmiş olmanın şaşkınlığı ve boşluğu içindeydiler.

Üzüldüler, ağladılar, birbirlerini teselli ettiler… Arkadaşlarını kaybettikleri yere gidip çiçek bıraktılar. Daha sonra aynı yerde bir araya gelerek seslerini duyurmaya çalıştılar. Yetinmediler, bir de sosyal medyada konuyu dile getirmeye, ilgi çekmeye, dikkat çekmeye çalıştılar.

Ne kadar başarılı oldular bilemiyorum. Dertlerini ve taleplerini dinleyen, acılarını paylaşan herhangi bir yetkili ve ilgili oldu mu onu da bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla olmadı. Bu bilgim ölçüsünde diyorum ki “ey sizler” ya da “Ey bizler, böyle olmadı, böyle olmamalıydı. Birimiz veya bir kaçımız bu gençlerimizle ilgilenseydik, onları dinleseydik neyimiz eksilirdi? Aksine insanlığımızı ortaya koyar en azından acılarını paylaşıp, onları teselli ederek ve taleplerine ilgi göstererek ‘iyi bir örnek’ olabilirdik, değil mi? Yalnız olmadıklarını, en kısa zamanda gereğinin yapılacağını… ifade eden sözlerle büyüklerine ve topluma inanmaları gerektiğini söyleyerek güvenlerini sağlayabilirdik, değil mi?”

Ama emin olun bu gençlerimiz bizlerin göstermediği olgunluğu göstereceklerdir, hatta gösteriyorlar da. Ve eminim yaşanan olumsuzluklardan, gördükleri olumsuz örneklerden hareketle, örnek birer şahsiyet, ülkelerinin ve insanlarının dertlerine karşı duyarlı, hemdert olacaklardır.