Her ülkenin en temel zenginlik kaynağı iyi eğitim almış nüfusudur. Zira ekonomiden sağlığa, sanayiden teknolojiye, savunmadan çevreye, yaşadığımız mekânlardan insanlarla olan beşeri münasebetlere kadar hayata dair her alanın gelişimi insan ile olabilmektedir. Bunu sağlayacak olan da hepimizin beklentisi olan iyi eğitimdir.

İyi eğitim, birçoğumuzun sıklıkla kullandığı bir kavramdır. Bu “iyi eğitim” nedir? Bu sorulara herkesin kendi açısından verebileceği cevaplar elbette vardır. Eğitimin bizi her şeyden önce iyi bir insan olarak yetiştirmesi gerekiyor. Peki, yetiştirecek olan kim? Elbette ki öğretmenler. Öğretmeni nasıl yetiştiriyoruz? Evet, en zor sorulardan biri de bu olsa gerek. Başka zor sorular da var. Örneğin şöyle bir soru sorsak; yöneticilik kriterlerimiz var mı? Var ise liyakat ve ehliyeti mi esas alıyor? Üzgünüm. Bu soru da canımızı sıktı. Can sıkan soru ve sorunlarımızı yazacak olsak “umutsuzluk” pompaladığım akla gelebilir. Oysa ben her zaman gelecek adına daha çok “umutluyum” ve kimsenin de umudunu yitirmesini istemem. Zira birçok bedel ödeyerek yaşadığımız ülke, kolay bir coğrafyada yer almıyor. Bu coğrafyada uyumaya, umutsuzluğa, tembelliğe yer yoktur. Aksini değil söylemek, düşünmek bile istemeyiz.

Eğitim, elbette ilk olarak ailede başlar. Okullarda şekillenir. Üniversitelerde olgunlaşır. İş yaşamında da uygulanır, hayat bulur.

Efendim bir hikâye vardır. 2. Mahmut Selimiye kışlasını denetlemeye gider. Kışladan içeri girer. Her zaman olması gereken ve padişahı selamlamak için atılan 9 pare top atışı olmamıştır. Tabi padişah buna çok kızar ve kışlanın bütün paşalarını toplayarak hesap sorar. Paşalar da sorumlu olarak topçu çavuşunu çağırırlar. Padişah topçu çavuşuna sorar:

- Neden top atışı yapılmadı?

Çavuş cevap verir:

- Efendim tam 18 tane sebebi var.

Padişah:

- Say bakalım.

Çavuş:

- 1-Barut yok..

Padişah hemen araya girer:

- Tamam, gerisini sayma.

Benzeri bir hikâye de Napolyon için anlatılır. Napolyon, savaşı neden kaybettiklerini sorduğu komutanından, “Bir, barut yoktu..” cevabını aldığında savaşın kaybedilmesine dâir ikinci ve üçüncü sebeplerini dinlememişti.

Müfredatımız, çocuk ve gençlerimize her şeyi öğretmek istiyor. Ancak genellikle hiçbir şey öğretemiyor. Çünkü “eğitim-öğretim” söylem olarak kullanılsa da “eğitim” neredeyse yok oldu. “Öğretim” de malumlarınız olduğu üzere liselere veya üniversitelere yerleştirme odaklı. Bu olumsuzluklara rağmen görece olarak başarı gösteren okul ve üniversiteler de var. Bu başarı irdelendiğinde etkin liderlik, ekip çalışması ve insan merkezli yaklaşımın sonucu olduğu görülecektir.

Okullarımızda etkin liderlik denince akla hemen şu geliyor; okul yönetimi (müdür, müdür yardımcısı) dilediğini yapar. Bunu okuyan yöneticilerin hemen tepki verdiğini duyar gibiyim. Yöneticilerin kuşkusuz yetki ve sorumlulukları vardır. Sınıf verme ve ders programı da bu yetkilerinden bazılarıdır. Ancak, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 10. Maddesi “…Amir, maiyetindeki memurlara hakkaniyet ve eşitlik içinde davranır…” diye emretmektedir. Hakkaniyetli olmadığını bazı örneklerle anlatayım. Okul yönetiminin en büyük kozu/tehdidi; ders programı ve sınıf dağıtımıdır. İlkokullarda bir, iki, üç ve dördüncü sınıflar bulunmaktadır. Kimi yöneticilerin bazı öğretmenlere istediği sınıfı verirken, diğerlerine de kendisinin uygun gördüğü sınıflar verilmektedir. Teamül olarak öğretmen birinci sınıftan öğrenciyi alır ve mezun eder veya uzmanlaştığı sınıfı alarak öğrenci ve okul başarısını attırır. Bu durumlar zümre öğretmenler kurulunda karar olarak alınır ve uygulanması da gerekir. Ortaokul ve liselerde ise durum, kimi okullarda içler acısıdır. Sendikal, siyasi veya hemşericilik gibi nedenlerle kendisine yakın olan öğretmenlerin programları ve sınıfları talebi dikkate alınarak verilirken, kimi öğretmenlere de tehdit ve cezalandırma yöntemi olarak kullanılmaktadır. Örneğin; sabah iki ders verilmekte, sonra dört ders boş bırakılıp ve yine iki ders verilmek suretiyle cezalandırılmaktadır. Ders programlarının yanı sıra kimi yöneticiler; öğretmenleri, öğrenci, veli ve meslektaşları yanında azarlamak, bağırmak, başarısını görmezden gelmek, hatasını/açığını aramak gibi pek çok Mobbing davranışları ile motivasyonlarını bozmaktadırlar. Bu durumdaki öğretmenlerin verimli olmasını beklemek zor olacaktır. Bu davranışlar eğitim-öğretim kalitesini arttırmakta mıdır? Ego tatmini mi yapılmaktadır? Hiç kuşku yok ki eğitim-öğretim liyakatsiz ve ehliyetsiz ego tatmini yapanlara bırakılmayacak kadar hayati bir konudur.   

Birçok yönetici ve öğretmen kuşkusuz çok büyük fedakârlıklar yapmaktalar. Ancak kimi yöneticilerin ders programı, nöbetler, süreklilik arz etmeyen beş dakika geç kalmak gibi bulduğu açıklarla, eğitim çalışanlarına Mobbing uygulayarak başarı elde edemeyiz.

Mobbing sadece yönetimden öğretmenlere yapılmamaktadır. Kimi zaman öğretmenler de birbirlerine ya da yönetime uygulamaktadırlar. Görevini yapmayıp başka güçler ve Mobbing kavramı arkasına sığınanlar da ne yazık ki yok değildir. Buna, Mobbingi kötüye kullanmak diyoruz.

Mobbing: İşyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür. (Komisyon, İ.P.T.B.Rehberi,ÇASGEM Yayınları, 2013, İ.Akgün, Çalışma Hayatının Vebası Mobbing, Öz Ağaç İş Yayınları, 2016)

Tanımdan da anlaşılacağı üzere Mobbing bir vebadır. Eğitim çalışanların sağlığını bozmakta, ailesini olumsuz etkilemekte ve ülkenin geleceği olan çocuk,  gençlerimiz ve velilere de olumsuz yansımaları olmaktadır.

Çalışma hayatının hemen her alanında Mobbing ’ten söz etmek mümkün. Özellikle kamu da eğitim çalışanlarına, yüksek oranda Mobbing yapıldığı istatistiki verilerden ve derneğimize gelen birçok şikâyetlerden anlamaktayız. Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi Alo 170- 2017 verilerine göre tüm başvuranlar arasında; %12,11 gibi ciddi bir oran görülmektedir. Kuşkusuz şikâyet etmeyen ve yaşadığının Mobbing olduğunu bilmeyenlerin oranını da ne yazık ki söyleyebilme imkânına sahip değiliz.

Milli Eğitim Bakanı Sn. Ziya SELÇUK, yukarıda anlatılan ve anlatılamayan pek çok konuya vakıf bir eğitimcidir. Konuşmaları ezber bozan ve ülkenin geleceğine dair çok olumlu söylemlerle hemen tüm kesimlerin beğenisini kazanmaktadır. “Öğretmenlerin önemsenmesi, daha iyi yetiştirilmesi, yönetimde liyakat ve ehliyetin kıstas olması, müfredatın ihtiyaçlar doğrultusunda sadeleştirilmesi ve güncellenmesi” gibi söylemleri yüreklere su serpmektedir. Bu söylemleri somutlaştıracak uygulamaları da, umutla ve keyifle görebileceğimizi umuyoruz.

Eğitim kalitemizi arttırmak kuşkusuz yine eğitim ile yapılabilecektir. Yukarıda anlatılmaya çalışılan bazı örneklerden de anlaşılacağı üzere okullarımızın daha huzurlu olması, yönetici ve her kademedeki eğitim çalışanının kendilerini güvende hissetmesi, yönetici atamaları başta olmak üzere her türlü iş ve işlem, “liyakat, ehliyet ve hakkaniyet” kriterlerine göre yapılması gerekmektedir. Kimi yönetici ve çalışanın yaptığı davranışların Mobbing olduğunun dahi farkında olmaması nedeniyle, her kademedeki eğitim çalışanına “Mobbing eğitimi” ile bilinçlendirme ve farkındalığın oluşturulması, Mobbing suçlarına karşı “sıfır tolerans”  caydırıcı olacak ve büyük ölçüde sorunları azaltacaktır diye düşünmekteyim.

Mobbing ’siz, huzurlu ve bilgi çağını yakalayan bir eğitim sistemi diliyorum. Saygılarımla.

İsmail AKGÜN

Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği Başkanı

Mobbing Bilirkişisi, Yazar

[email protected]