Üüüü..şşşş…üüüü..yyyy..ooo..rrr..uu..mmm… Üşüyorum kardeşim üşüyorum! Donuyorum yani. Tir tir titreme var ya ondan diyorum, üşüyorum. Bak, daha fazla dayanamayacağım, donacak halim kalmadı, anlıyor musun.. anlamıyor musun, buz gibi havada ısıtma sisteminiz yok mu, yok mu.. yani yok diyorsun. Çalışanlar olarak bu soğukta nasıl ısınırız, umurunda değil yani. Peki ben burada nasıl çalışacağım, ddıııı..  ddddıııı… ddddııııı ederek kalan üç dişimi de bu mevsimde feda mı edeceğim. Çok da tın diyorsun yani, eee çok da vicdansızsın ama bunu deyip istifayı basamıyoruz, çünkü işe ihtiyacımız var. Hem üşürüm hem de çalışırım, aha da sana inat, bu da sana kapak olsun. Sen bizi dondurdun ama biz basmadık istifayı. Git kendi derdine yan…

Şaka bir yana değil, çünkü bu bir şaka değil.

Hayatımın neredeyse tamamında üşüdüm, ısınmayı ne zamana bırakacağım, şimdi onun hesabını yapıyorum.

Orta halli bir ailede büyümedim, orta halin de birazcık altında bir ailede büyüdüm. Belki de ben büyümedim de zorla büyüttüler, ne bileyim işte dona dona büyüdüm, donacak halim bile kalmadı.

Bizim zamanımızda merkezi ısıtma, kalorifer, akaryakıt, kombi, klima.. gibi ısınma sistemleri yoktu. Herkesin evinde soba vardı, zenginlerin evinde ise uyuyan soba…

Bizim soba uyumazdı, biz boğardık.

Odun varsa yakar, yoksa sus lan der, sustururduk.

Dolayısıyla kış mevsiminin yarısını ısınır, diğer yarısını da ısındığımız günlere sayardık.

Evlendiğimde aynı evde bir oda tahsis edildi, sobası yoktu tabii…

Bir elektrikli soba aldım, akşamları yatmadan yarım saat önce odanın soğuğunu kırmak için yakıyor, sonra da bir kaza olmasın diye yatarken söndürüyorduk. Isınmak içinse başımıza yorganı çekiyor, nefesimizle ısınıyorduk.

Hayatımın 3 yılı böyle geçti, 24 yılı da yarı yarıya ısınarak.

27 yıl sonra bir ev yaptım, babamın evinin üstüne.

27 yılın acısını çıkarmak için her odaya soba kurdum, klima aldım, katalitik denen tüple ısınma aracı da aldım. Her bir şeyi tamamladım ve kışı bekledim. Gel ulan kış gel, geleceğin varsa, soğuğunu kıracağımız malzemelerimiz de var.

Kış geldi ama bizim ev yeni, her taraftan rutubet yapıyor. Ne yaparsak yapalım ısınmıyor, donuyoruz. Yakıyoruz sobayı, yakıyoruz klimayı, yakıyoruz katalitiği ve ödüyoruz faturaları ama donuyoruz…

4 yıl da böyle idare ettik…

Sonra baktık olmuyor biz de kaloriferli bir eve çıktık.

Bir apartman dairesi kiraladık, bastırdık bir yıllık peşini, kurulduk dairemize…

Şimdi kış gelsin bakayım, bize hayatı buz gibi eden, bir türlü sırtımızı da, kemiklerimizi de ısındırmayan kış gelsin de görsün gününü. Gelsin de görsün donacak halimiz var mı?

Bizi çok da bekletmedi kış denen o hain mevsim…

Geldi, geldi ama biz de hazırlıklıydık…

Kaloriferimiz vardı hem de akaryakıtla çalışıyordu. Düğmesine basıyordun çalışıyordu, basıyordun kapanıyordu…

Daireyi kiraladığımız ev sahibimiz bizim dairenin bir üstünde oturuyordu. Sabah namaza kalktığında kaloriferi yakıyor, abdestini alıyor ve sonra kapatıyordu. Yani alt tarafı 10, bilemedin 20 dakika yanıyordu. Elektrikli ocak bile daha fazla yanardı. Onunla birlikte biz de sabah namazına kalkıyorduk, buz gibi havada, buz gibi suyla abdestimizi alıp, titreye titreye namazımızı kılıyorduk.  Dışarıdan gören de bizi ha uçtu, ha uçacak evliyalara benzetebilirdi. Oysa biz üşümekten titriyorduk, cezbeye gelmekten değil.

Neyse canım, herkes uyandığında zaten kalorifer yanar…

Yanmıyordu…

Gündüz hava güzel, kalorifere ne gerek vardı, değil mi?

Akşamüzeri saat beş gibi neyse ki kaloriferimiz yanıyordu…

Ev sahibimiz yatsı namazından dönede kadar ısınmada bir problemimiz olmuyordu. Hani öyle terlemiyorduk, don-gömlek evin içerisinde gezmiyorduk ama olsun, battaniyeye sarılarak otursak da ev sıcaktı işte, daha ne olsun…

Yatsı namazından dönen ev sahibimiz, kaloriferin kapatma düğmesini bulmakta hiç zorlanmıyor ve ondan sonra da eve gönül rahatlığıyla çıkıyordu.

Komşularla oturduk, kafa kafaya verdik, sırtımızda battaniyelerle ve titreye titreye dertleştik, bu böyle olmayacaktı. Bir darbe yapmak lazımdı, artık bir ihtilal şart olmuştu. Apartman yönetimini ele geçirmeli, kaloriferin kanını kaynatmalıydık, ısınmayı cehenneme bırakmamalıydık. Yönetimi alırsak ısınırız diye hayale dalarak ısındık, ısındık ve ısındık…

Birinci ay çabamız boşa gitti.

İkinci ay birazcık yol aldık.

Üçüncü ay, sanki biraz yumuşadı.

Dördüncü ay kış bitti…

Bizim yönetimi devralma planımız suya düştü, darbemiz karşı darbeyle “yumuşakça” geçiştirildi. Neyse bahardır, yazdır, sonbahardır derken kıştan önce yeni bir plan daha yapardık. Bu defa yumuşak karşı koyuşa karşı da bir plan geliştirirdik.

Kış mevsimi, yaklaşınca darbe komisyonu yeniden toplandı, çok uğraş verdi ama artık donacak halim kalmamıştı, evden çıktım. Bir hafta sonra benden arta kalan darbe komisyonu başarılı olmuş, yönetimi ele geçirmişti ama ne yapalım, ben meydanı terk etmiştim…

***

Yeni taşındığımız bir siteydi, üç bloktan oluşuyor ve toplam 25 daireydi. Daha önce bu sitede birkaç kez misafirliğe gelmiştik, çok güzel ısınıyor, hatta şıpır şıpır terliyordun bile…

Öyle değilmiş…

24 daire gerçekten de çok güzel ısınmıyormuş, sadece bizim tuttuğumuz 25’inci dairenin kalorifer sisteminde sorun varmış ve ısınmıyormuş. Yani öyle böyle değil, hiç ısınmıyormuş.

Ev sahibi yurt dışında ve biz de evi bir aracıdan kiraladık, derdimizi de kimseye anlatamadık. Neyse ki klimamız var, katalitiğimiz var…

Isınmıyoruz ama kömür parası ödemek zorundayız, her ay en önce ben ödüyorum, üşüye üşüye…

Çok dert etmedik, kış dediğin 4 ay, yakıyoruz klimayı ödüyoruz faturayı…

Yetmeyince yakıyoruz katalitiği, takıyoruz tüp gazı…

Herkes bin lirayla kışı geçiriyor, biz iki bin lirayı bulduğumuzda seviniyoruz…

Yönetime söylüyorum, “bak herkesin evi sıcak, üstelik de kalorifer kazanı bizim dairenin altında. 24 daireyi biz ısıtıyoruz, bizim daire ısınmıyor. Bizim daireye gelen boru tıkalı, bir baktırsak.” Yok diyor, tesisatı tümden değişmek lazım.

Olmadı tabii…

İki kat yakıt parası ödeyerek, yarım kat ısınmak bütçemizi zorladı. Çıkmaya karar verdik, kendi evimize taşınacağız.  O arada yönetim komple bakım için kalorifer tesisatçısı getirdi. Benim gösterdiğim boru tıkalıymış, dirseği değiştiler, sorun çözüldü ama biz çıkmaya karar vermiştik bir kere…

***

Taşınacağımız ve bize ait olan ev bir sitedeydi. Site, iki bloktan oluşuyor, 6 katlı ve biz altıncı kattayız. Isınma sistemi yerden ısıtmalı ama sanki hayalden ısıtmalı gibi. Daha önce kiraladığımız ev sahibi gibi düşünen bir yönetim var burada da.

İki yönetici ve bir kaloriferci sabah akşam içiyorlar, içip içip şarkı söylüyor, türkü söylüyor ve ısınıyorlar. Kalorifer ise ayık kaldıkları zaman yakılıyor ama en düşük derecede. Birinci kat ısınıyor, ikinci kat biraz daha az ısınıyor, üçüncü kat biraz daha az, dördüncü kat biraz daha az, beşinci kat eh işte, altıncı katta tık yok…

Başa dönmüştük. Yakıt parasını en önce ben ödüyorum, klima yakıyor, katalitik yakıyor, ısınmaya çalışıyorum. Allah’tan bir gram kaloriferden ısınma sağlayamıyorum. Eee ev bizim, kapıyı çekip gidemezsin. Çok uğraştım ama yönetime bizim ısınamadığımızı anlatamadım.

İkinci kış da kaldık, üşüye üşüye faturaları ödedik durduk, ödedik durduk. Sonunda dayanamadım, evi sattım.

Yeni aldığımız ev gerçekten de güzel ısınıyordu. Hiçbir sorun yoktu, tak ki “kombiye” geçene kadar. Ortak giderde yanan kömürlü kaloriferde “yöneticimiz uyuyor mu, kömür atın, donuyoruz” diyenler, kombiye geçince kombinin düğmesine dokunmaya korkar oldu. Üst katımız soğuk, alt katımız soğuk, biz de ne kadar yakarsak yakalım buz gibi, üşüyoruz.

Sonunda kısmetimiz kalktı, İstanbul’a taşındık. Bir köyde oturmak istiyorum. Önce Kadıköy’de, sonra Ortaköy’de bir ev tuttuk. İkisi de ısınma yönünden sıkıntılıydı, bizim temel sıkıntımız da ısınmaydı. Çocukların işi gereği Güngören’e taşındık. Bulduğumuz evin üstü boştu ama altı doluydu, ısınırız diye düşündük. Yanlış düşünmüşüz, alt taraf da kombinin düğmesine vebalı muamelesi yapanlardanmış, ısınamadık!

Halen ısınamıyorum, donacak halimde kalmadı…

Çalıştığım yerde ben ısınırım, evdekiler donar diye üzülüyordum, çalıştığım hiçbir yer “ısınan bir yer” olmadı/olamadı.

İstanbul’a ilk geldiğimde Karaköy’de bir şirkette Muhasebe Müdürü olarak çalıştım. Ofisim otelin en alt katındaydı, yani zeminde. Otelin ısınma problemi yok, cayır cayır yanıyor. Zaten yanmazsa müşteri kaçar ama bizim kaçma gibi bir şansımızın olmadığını bile işveren, zemin katın nasıl ısınacağını düşünmemiş. Biz de elektrikli ocakla ısınıyoruz ama önümüz Antalya, arkamız Erzurum donuyoruz.

Sonra Bağcılar’da bir hastanede İnsan Kaynakları Müdürü olarak çalışmaya başladım. Çalıştığım ofisi hastanenin hemen karşısında “kiralık bir apartmanda” olduğu için sevindim. En azından hastane ortamından uzak kalacaktım. Öyle değilmiş, hastane ısınıyor, bizim orası serinleniyor…

Sonra yine Bağcılar’da bir şirkette İnsan Kaynakları Müdürü olarak çalışmaya başladım. Bunlarınki hepsinden daha ilginçti. Sadece koridorda merkezi ısıtma var ama odalarda yok. Koridor ısınıp cayır cayır yanmalı ki, odalar da ısınsın. Tabii böyle bir şey olmuyordu ve biz dona dona çalışıyorduk ki, donacak halimiz bile kalmamıştı.

Sona düşündüm, suç bunların değil, benimdi. Sanki birleri “Bu adam donacak, bütün âleme ibret olarak” diye bir ferman yayınlamış ve o isimsiz ferman, sürekli yürürlükte kalmış.

Bu gidişle artık cehennemde ısınırız ama biz cennete gitmek için çalışıp çabalayacaktık, cehenneme gitmek için değil!