Sağlıksızlık, dirliksizlik, zevksizlik, moralsizlik, eğitimsizlik, her türlü yokluk ve yoksulluğun müsebbibi üretimsizliktir. Bu olumsuzlukların pençesine düşmemek ve bu olumsuzlukları aşmanın tek yolu bol ve bereketli üretimdir. Şambayat ve Halkının hak ettiği yerde olmadığı bir gerçektir. İçinde bulunduğumuz bu durumun baş sorumlusu yıllardır başımıza tebelleş olan üretim azlığıdır. Bu olgu ülkemiz genelinde geçerli olduğu gibi beldemiz özelinde de geçerlidir. İçinde bulunduğumuz bu durumu bizim yöresel bir ürünümüz olan üzüm üretiminde örnekleyebiliriz. Bundan 40-50 yıl önce kaç tiyek bağımız vardı? Ve o zaman nüfusumuz ne kadardı? Bu üründe kişi başına kaç tiyek bağ düşüyordu? Bu sorulara bir çırpıda ne biz, ne de siz sayın okuyucular cevap veremeyiz. Ancak kısa bir araştırmayla bu ürünün o yıllardaki miktarını çıkarmak mümkün. Örneğin, batı ve güney yönümüzde Özbağlardan başlayarak Zilfonun Deresi civarına, Köybağlardan devamla Körkuyu bağlarda, Mezarlık bağlarda, Gölbağlardan Gastal bağlara kadar uzanan güzergâhta kaç tiyek bağ vardı? Batı ve kuzey cephemizde Kepir bağlar, Koyuncu bağlar, Dilki dere bağları, Polo harmanları ve Gurımın kaşlarda geçerek Çukur bağlarda devam eden Tetire bağları, Mıcır bağlar ve Çakmak bağlarda son bulan bu uzun güzergâhta kaç tiyek bağ vardı? Bir-iki günlük titiz bir arazi çalışmasıyla ortaya çıkar. O zamanki nüfus sayımları sonuçları da kısa bir arşiv taraması sonucunda belli olacağına göre adı geçen bu üründe kişi başına kaç tiyek bağ düştüğünü tespit etmek çok da zor değil.

         Yani biz yöre halkı olarak önceleri daha çok üretirken ne oldu da bir anda böyle kısırlaştık ve üretimden koptuk? Ben bu yörenin insanı olarak bu kısırlığı ve üretkensizliği bir türlü kabullenemiyor, içime sindiremiyor ve hazmedemiyorum. Bu acı gerçek benim canımı fazlaca acıtıyor. Bu devasa sorunu tartışırken et ile tırnak gibi iç içe ve hepsiyle akraba olduğumuz çevremizde aynı suları içip aynı havayı soluduğumuz ve aynı kaderi paylaştığımız başta Şenlikçi ve yakın köylerimizi atlamamalıyız. Aynı sorunları onlarla da paylaşmalıyız. Bu sorunu hep birlikte bilinçli ve kaliteli bir üretim seferberliğiyle kafa kafaya vererek, kol kola girerek aşmalıyız. Onların kayıp bağlarını da araştırmalıyız. Kör kuyu bağlarının altında Cafer bey harığı boyunca evrana gibi payam ağaçlarını, bu payamlara hasret çeken sevgililer gibi sarılıp tırmanan rengarenk  asma üzümlerini hatırlayan herkesin ve yine Mezarlık bağların, Göl bağların altında Mezarlığın arkasındaki Vakıf tarlanın Çakır Abdullah ve Büyük Vakıf tarlaların üzerinde Kör kuyu harığı boyunca payam, incir, dut, daşlıca armut ağaçları, çit siyeç, çağıl ve singeçlerin üzerlerine atılarak sarıp sarmalayan rengarenk, çeşit çeşit asma üzümlerini hatırlayan herkesin canının yandığına inanıyorum. Yukarıda saydığımız Şambayat bağlarında, Şenlikçi ve çevre köylerimizin bağlarında yetişen annebi, peygamber, kızlar tahtası, çınar yaprağı, azezi, koreş, samrı, serpene kıran, çulluboz, saçakboz, kızıl karzi(Kırmızı), Ağ kurnur, Kara kurnur, tümbü ve daha adını hatırlayamadığımız onlarca çeşit üzümlerimiz vardı. Bu üzümlerin çoğu da her biri kendi içinde iki-üç çeşide ayrılır. Yukarıda Çulluboz ve Saçakboz diye iki ayrı boz üzüm yazdık. Aynen boz üzümde olduğu gibi Ağ kurnur, Kara kurnur üzümleri de kendi içlerinde yeşil saplı, sarı saplı, yerken insan boğazını az tıkayan, Koreş üzümünde sarı noktalı, seyrek habbeli, yeşil renkli, sık habbeli gibi, Samrıda da sarı renkli, yeşil renkli ya da pestillik, pekmezlik gibi, Tümbüde de sürme karası, alacalı, açık renk, iri habbeli, sofralık gibi… Bunların hepsinin rengi, kokusu, tadı, aroması ayrı ayrıdır. Bütün bu çeşitlerin damak tatlarını, kokularını, aromalarını, renklerini ve renk tonlarını hatırlayıp da canı yanmayan var mıdır?

         Halen Halep, Şam, Bağdat, Kahire, Kerkük, Erbil, Musul, Kudüs gibi eski Osmanlı vilayetlerinin ve Antep, Adana, Bursa, Malatya, Ankara, İzmir ve İstanbul gibi bir çok ilimizin toptancı hallerinde nerde yetiştiği belli olmayan bizim peygamber üzümümüzle uzaktan ve yakından hiçbir ilgisi olamayan kuru üzümlerin etiketinde “Besni Üzümü” yazdığını bilip, duyup da canı acımayan var mıdır?

         Öz bağlarda Çulluboz ve saçakboz tiyeklerinin üzerlerinin çınar ve meşe dallarıyla kapatıldığını, kış gelip de kar yağdığı halde bu dalların karları silkelenerek altında billur gibi ak üzümlerin kesildiğini, bu üzümlerle çerçicilik yapıldığını, ve bu üzümleri cami avlularında kalaylı bakır teştler içerisinde üzerlerine bol su dökerek, açık sarı renkli cılız kızıl arıları, kırmızı renkli eşek arıları, ismini renginde alan Yüce Allah’ın kullarına en büyük ve eşsiz hediyesi olan bal rengindeki bal arılarının birlikte oluşturdukları bu arılar müzik korosunun ahenkli ve uyumlu vızıltıları arasında mevlit şekeri yerine salkım salkım nazar olmasın diye de büyük salkımların küçülterek dağıtıldığını hatırlayıp da canı yanmayan bir Allah’ın kulu var mıdır?

         Sonuç olarak bazı gizli eller tarafından üzerimize serpilmiş olan ölü toprağında silkinelim. İçinde bulunduğumuz bu uyuşukluktan kurtulalım. Ve uzun süren bu kış uykusundan uyanalım. 40-50 yıl önce ürettiğimiz üzümün bugünkü nüfus oranımıza göre yeniden üretelim. Bu ürünün bol üretilmesi ruh ve beden sağlığımızı, ekonomik durumumuzu, eğitim ve kültürümüzü olumlu yönde etkileyeceği inancındayım.

         “İşleyen demir pas tutmaz.” Genel doğrusundan yola çıkarak inadına bol ve bereketli ürünler üretilmesi dileğiyle, Hoşçakalın…

 

                                        Mustafa PAKER

                                     Mayıs/2006-ANTALYA

 

Editör: Adıyaman Haber