ALLAH’I NİÇİN GÖREMİYORUZ?
Allah’ı niçin göremiyoruz… Allah nerede… Allah ile ilgili buna benzer sorular insanlık tarihi kadar eskidir. Allah’a inanmanın önünde hep engel olmuştur. Artık bu bilim çağında böyle sorulara takılmak bana göre bilim dışıdır. Çünkü:
Göz; sadece maddeyi görebilen bir duyu organıdır. Işık olmasa maddeyi de göremez. Hatta çok küçük canlı ve cansız varlıkları da göremez. Virüsleri, kablonun içindeki elektriği, çok uzaktaki varlıkları da göremez. Göz sadece bir varlığın enini, boyunu, rengini görebilir. O varlığın gerçek mahiyetini kavrayamaz. Mesela; bir bilgisayarın bir kutu olduğunu görür fakat onun özelliklerini kavrayamaz. Bilgisayarın özelliklerini ancak akıl ile anlayabiliriz. Yani Allah’ı gözümüz ile görsek bile O’nun sıfatlarını, gücünü anlamak için yine aklımız ile eserlerini incelemeye almak zorundayız. Mesela; kablodaki elektriği göremeyiz. Fakat onun eserini ışık ve güç olarak algılayınca onun varlığını aklımız ile kesin olarak kabul ederiz. Gözün görme gücü kesin olarak sınırlıdır. Göz sadece maddeyi görebilir. Allah da madde olmadığına göre Allah’ı göz ile görmede ısrarlı olmanın mantığı yoktur.
Peki Allah’ın varlığını nasıl anlayabiliriz? Bir misal verelim. Bir diyaliz ünitesi kanı süzer ve temizler. Bir böbrek de kanı süzer ve temizler. Bilimsel olarak bir diyaliz ünitesinin yapılması tesadüfen veya kendiliğinden olamayacağı kesindir. Buna inanan dünyada bir kişi bile bulunmaz. Aynı işi gören hatta daha modern böbreğin yapıcısı, yaratıcısı olduğuna inanmamak bilimi inkâr olmaz mı? Başka bir misal verelim. Bir otomobil motorunun benzeri insandaki kalptir. Motorun parçalarını bir yere koyalım. Bu parçalar sonsuz sene dursalar bile kendiliğinden dizilip motoru oluşturamazlar. İnsanın kalbinin yapısı da böyledir. Müthiş bir tasarım, program, bilimsellik ile bir yaratıcının eseri olduğu anlaşılmaktadır. Hiçbir fabrika ünitesi kendi kendini dizemez. Mesela;
Su + yaprak + saman + buğday = süt böyle bir fabrika yapılamadı. Belki bir gün yapılırsa tesadüfen ustasız yapılması ihtimali sıfırdır. Bir inek veya keçi bir süt fabrikası değil midir? Ağzımızdaki dişlerin dizilişi programlanırken dağdaki elmanın, cevizin ezilebilmesi, kesilebilmesi hesaplanıp, düşünülmüştür. Dağdaki limon yaratılırken insanın vitamin ihtiyacının giderilmesi hedeflenmiştir. Bu müthiş organizasyon bir yaratıcıya inanmayı kesinleştirmektedir.
Ateistler tesadüfen, rastgele uzun seneler sonra bir insan oluştu diyorlar. Bir erkek oluştu diyelim. Çok uzun seneler sonra bir de kadın oluştu diyelim. Bu iki insanın bütün organlarının, DNA’larının, kromozomlarının binlerce uyumluluk gösterdiği kesindir. Bu bilimsel verilerden bir uyumsuzluk, sapma olsa nesil çoğalamaz. Rastgele oluşan iki canlının yani kadın ve erkeğin binlerce uyumluluğu hiç mümkün değildir. Yani var olan bir insana göre ikinci bir insanın yaratılması müthiş bir bilimsellik ve dizayn ile olmuştur. İkinci insanı yaratanın birinci insanın özelliklerini çok iyi bilmesi gerekir. Birinci insanı yaratanın da ikinci insanı yaratan varlık olduğu anlaşılmaktadır.Tesadüfen, kendiliğinden bir çocuk oyuncağı bile meydana gelemez.İnsandaki ve diğer canlılardaki otomasyonların sayısını bilemiyoruz Bütün canlılar da insan gibi çift çift yaratılmışlardır. Canlıların çokluğu ve değişik özelliklere sahip olması yaratanın yani Allah’ın gücünün sonsuzluğunu göstermektedir.
Allah’ı böyle ilim, kıyas ve eserlerindeki mükemmellikler ile anlarız, görürüz. Allah göz merceğinin içine sığacak kadar küçük bir varlık değildir ki göz ile görelim. İlk insanlar gibi buna benzer sorulara takılma zamanı geçmiştir. Allah’ın varlığı açıkta ve meydandadır. Allah’ı daha net anlama ve görmenin bir yolu daha vardır.Bunu da başka bir yazımda anlatmak istiyorum.

YUNUS PAK
01. 01. 2007

Editör: Adıyaman Haber