Kadın trene bindi. Fakat oturacak yer yoktu. Aydın’ dan dönüyordu. İzmir az yol değildi ki ayakta gitsin.

Kendine kızdı. Bir kahve içimlik buluştuğu arkadaşı önermese trenle yolculuk aklından bile geçmezdi. Niye balıklama atlamıştı ki!?

Tabii ya, onun çocukluğunda tren yolculuklarının özel bir yeri vardı. Hele, tren yolu üzerindeki ‘doktorun evi’ dedikleri, kiralık evlerinde ne maceralara atılmışlardı arkadaşlarıyla. Üstelik yine dünya klasikleriyle dolu babasının kütüphanesinden alıp okuduğu, yeni yetme yaşında etkilendiği; tren yolculuklarında yaşanan aşklara ne demeliydi?

Bir baktı, ileride bir koltuğun üzerinde kafa görünmüyordu. Biraz hızlandı. Evet, kafesinde bir köpek. Yan koltuktaki de sahibi olmalı. Kadının izin istemesiyle birlikte kafesi kaldırıp kucağına koydu adam. O da yüzü gülerek oturdu. Hem oturarak hem de yanında bir köpekle yolculuk edecekti. Ne güzel!

Tanrı’nın muzipçe bir göz kırpışıydı bu ona göre. Çünkü Aydın’a gidiş nedeni köpeğiydi. Veterinerlik fakültesine felçli köpeğinin MR’larını göstermeye gitmişti. Profesörle yaptığı konuşma sonunda ameliyatın riskli olacağına karar vermişlerdi. Köpeğinin bundan sonra arka bacaklarının tutmayacak olması üzücü bir durumdu aslında. Fakat bir yandan da olumsuz bile olsa aylarca koşuşturmadan ve kararsızlıktan sonra bir sonuca varmış olmanın huzuru da vardı kadında.

İyice yerleştikten sonra kendinden çıkıp yanındaki adama odaklandı.  Adam yetmişli yaşlarda yol alıyordu tahminince. Yalnız oldukça dinç görünüyordu. Lafazan biriydi. Tüm yaşam öyküsünü anlatıverdi kadına. Dişi bir Pekinezdi köpek. Aydın’ ın bir ilçesine çiftleştirmeye götürmüş yoğun istek üzerine. Köpeğine ne kadar düşkün olduğunu vurgularken laf arasında ona ayrı koltuk aldığını, isterse kimseyi oturtmayacağını da söyleyerek kadına yaptığı jesti, üstü kapalı da olsa sezdirdi.

Bir süre sonra kadın sıkıldı. Hâlbuki severdi tren yolculuklarında pencereden akıp giden manzarayı izlemeyi. Bir yandan adamı dinliyormuş gibi yaparken bir yandan da ‘acaba çıkar mı buradan da bir aşk’ diye aklından geçirirken yakaladı kendini. Hoş, on yaş büyük taliplerini yaşlı bulurken nasıl yirmili yılları eritirdi kafasında? Bilinmez.

Uzun yıllar tek başına yaşamanın yorgunluğu olsa gerek diyerek zihnindekileri kovmaya çalıştı. Ya da gözü karalığıydı böyle düşündüren; “Demirden korkan trene binmez.” sözünü anımsadı. Bu sözü ilk ve belki de son duyduğu zamanı canlandırdı gözünde. Yani kadınlığından kaçtı, analığına tutundu yine.

“Bir apart otelin bahçesinde oturuyorduk üç kişi. İyileşmekte olan bağımlı delikanlı, apartın mutfak görevlisi kadın ve ben. İyileşmekte olan bağımlı genç üstü kapalı da olsa mutfak görevlisi kadına tehdit savurdu. Kadın da buna karşılık ‘Demirden korkan trene binmez’ dedi. Ben, afalladım. Aslında ben de bağımlı oğlumla yaşayarak bu gibi sahnelere tanık olmuş bir kadındım. Söz çakıldı beynime.”

Oturarak yolculuk yaptığı halde, çok yorgun hissetti kendini kadın. İçsel konuşmaya noktayı koydu. İnmek için hazırlandı. Çocukluğunu, yaşadıklarını, düşündüklerini ve adamı bıraktı koltuğunda.