“Kimin akıllı, kimin deli olduğu belli olmayan bir dünyada, kızın gün boyu farklı yaptığı bir şey yoktu. Yat, kalk, eve dön, iç, uyu.Rengi kaçmış bluzlar gibiydi hayatı. Ne bir keyif, ne bir neşe, ne bir değişim.”

Bir alıntıyla başladım yazıma.İçsel olarak bir sürü nedenden dolayı kitap ve yazar adı belirtmiyorum. Kişisel öyküsüne az çok dolaylı yoldan biraz tanıklık ettiğim bir kişi. Dün yaşadıklarımda anımsadım kendisini. Oralarda bir yerde zaten hep beni beklediğini hissettim.

Sokak çocuklarıyla her karşılaştığımda; yolda, çöp toplarken, dilenirken, çalarken, itilip kakılırken, kovulurken…En önemlisi de onlara “ hayır” dediğim her seferde.Öyle anlarda bir yanım cız ederken, bir yanım da kendi ilkeme sahip çıktığım için avunur.

Tıpkı alıntı yaptığım kişinin babasının ona söylediği gibi. Köprüaltı çocuklarını göstererek, onlarla birlikte yaşamak istediğini söylediğinde(tam olarak bu olmayabilir, aktarmalarda zihnim beni yanıltıyor bazen)babası demişki:

-O kolay yol. Zor olanı ise, önce senin kendi ayakların üzerinde durup ondan sonra onlara yardım edebileceğinin bilincinde olmak.

O, bunu başardı. Hem de müzikle. Ne mutlu!Şu an çok delice gelse de, ben de bunu hem çocuklar hem de köpekler için yapabilmek istiyorum.Nasıl mı? Bilmiyorum.

Aynı yerden bir alıntıyla şimdilik ara verelim içsel söyleşiye:

“Tanrı’sının cehennemi olanın, ateş elinden düşmez. Elindeki ateşe bakıp yaşam hakkında bir hükme mi varıyorsun?Yaşam, sen hangi ruh halindeysen o duruma uygun maskeyle çıkar karşına.”