Türkiye, deniz, göl, nehir, akarsu, 4 mevsime uygun coğrafyası, stratejik ve jeopolitik konumu iyi olan, genç nüfusa sahip bir ülke. Üretmeyen, dışarıya bağımlı bir ülke haline geldik.
Son günlerde tarım sektöründeki gelişmeler gündemden düşmüyor. Yüksek seyreden et fiyatları, süt, domates, ambarda bekleyen patates ve fındıkta tekelleşme tartışmaları.
Tarladan markete yüzde 300 fark atan diğer meyve ve sebzeler. Üretici kan ağlıyor, tüketici isyanda. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Esasen bu ülkeyi tarımda dışa bağımlı hale getirmek, tarım yapmaktan daha zordur. Ama başardılar. Kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Son altı ayda çiftçinin, mazota ödediği para iki katına, gübre için ödediği para üç katına çıktı. Tarım ülkesi Türkiye'de bunun müjdeli haber diye verilmesi acınası bir durum. Yılda 2 milyon tonluk ayçiçeği üreten Türkiye'de tüketim 4 milyon tona yakın. Asıl haber budur. Gübre, ilaç, tohum ithal. Mazot 23 Lira. Çiftçi üretemiyor. İthalat zorunlu geldi. Son çeyrek yüzyılda Türkiye’nin ekilen alan varlığı iki Trakya büyüklüğünde azaldı. Tarım ve hayvancılığı bitti. Sadece Trakya tüm ülkenin Ayçiçek yağı ihtiyacını karşılayabilecekken, bizi bu konuda 2 ülkeye mahkûm eden tarım politikasını, Ayçiçek tarlalarını betona gömen zihniyeti; çiftçiyi öldüren, mazotu zıplatan yönetimsizliği ayakta alkışlıyorum!...
İktidarın ivedi bir şekilde tarıma bakış açısının köklü şekilde değiştirilmesi gerekiyor.
Tarımda plansız üretim sorunu var. Üretici kendi haline bırakılmış durumda. Arz-talep dengesinin sağlanmadığı bir yerde fiyat istikrarından söz etmek zor. Kim, nerede, hangi ürünü ne kadar ekiyor, dikiyor ya da yetiştiriyor? Ürünlerin ne kadarı iç tüketime, ne kadarı ihracata gidiyor? Hangi ürünü ne kadar ithal ediyoruz? Bu veriler ışığında üretim planlaması yapılıp, doğru teşvik ve desteklerle yönlendirilmeli. Girdi maliyetleri çok yüksek. Tohumdan gübreye, yemden ilaca kadar girdi kalemlerinin önemli kısmının ithal edildiği bir ülkede mevcut konjonktürde üreticinin mağduriyeti kaçınılmaz. Üretici dağınık yapıda. Ülkede işlevsiz birlik ve dernek enflasyonu var. Tabela ötesine geçip gerçek anlamda kooperatifleşme seviyesi çok düşük. Böyle bir ortamda üretici de haliyle ne girdi fiyatlarını kontrol etme ne de ürünün satış fiyatını belirleme şansına sahip.
Organize olmayan üreticinin karşısında ise monopol ya da oligopol yapıya müsait sanayici/market zincirleri var. Verimlilik, ürün kaybı sorunumuz var. Hem bitkisel hem de hayvansal üretim tarafında yaşanan verim kaybı, lojistik tarafındaki yüksek zayiat oranı üreticinin rekabet avantajını ortadan kaldırıyor, düşük kar marjını da alıp götürüyor. Veriler sağlıklı değil.
Başta Türkiye İstatistik Kurumu'nun verileri olmak üzere tarım sektörüne yönelik veri tabanının güvenilirliği tartışma konusu. Bunun yeniden sağlıklı bir şekilde oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde, elinizde doğru veri olmadan doğru projeksiyon oluşturmak ve geleceğe yönelik üretim planlaması yapmak mümkün değil. Piyasalarda yeterli regülasyon yok. Farklı ürünler açısından serbest piyasa ekonomisi adı altında bir boşluk söz konusu. Tarım sektörü spekülasyonlara açık bir sektör hatta bir noktadan sonra işin içine manipülasyonlar dahi giriyor. Gerekli altyapı ve düzenlemeler ile makro ve mikro açıdan tarım politikaları oluşturulması gerekiyor.
Kamu kurumlarının işlevselliği yeterli değil. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Et ve Süt Kurumu (ESK), Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) gibi kurumlar olması gereken düzenleyici ve destekleyici etkiyi sağlayamıyor. Üçlü saç ayağı işlemiyor. Özel sektör-kamu-üniversitelerden oluşan 'ortak akıl üçgeni' oluşturulamadığı için kurumlar arasında etkileşim kopuk. Bu da inovasyon, Ar-Ge ve katma değerli ürünlerin üretimi ve pazarlanması noktasında yeterli altyapının oluşmasına engel oluyor. Günlük ya da kısa süreli müdahaleler kalıcı çözüm yaratmıyor.
Orta ve uzun vadeli tarım politikalarına ve reformlara ihtiyaç var. Üstü açık fabrika olarak da nitelenen tarım sektörü için üretimden ihracata kadar farklı süreçlerdeki olası risklere karşı 'acil eylem planları' oluşturulmalı.
Verilen destek ve hibelerin etki analizi yapılmıyor. Geçen yıl tarıma 10 milyar TL destek verildi. Son 12 yılda verilen destekler 78 milyar TL'yi buldu. Ancak bunun tarımsal üretimde verimlilik başta olmak üzere nasıl bir etki yarattığı analiz edilmiyor. Son dönemde artan jeopolitik riskler de gösteriyor ki artık tarımsal ihracat pazarımızı daha da çeşitlendirmemiz gerekiyor.
Entegre bakış açısı ve orta-uzun vadeli reform politikalarının eksikliği, geleceğin en stratejik alanlarından birisini yelkensiz bir gemi misali bir yerden başka bir yere sürüklüyor.
Üretim artışına paralel olarak katma değerli ürünlerin ve alternatif pazarların yaratılmadığı bir ortamda siz ne kadar ucuza üretirseniz üretin, rekolteyi ne kadar yüksek tutarsanız tutun, ürününüzü hakkettiği değerden pazarlayamıyorsanız boşa kürek çekiyorsunuz demektir.
2021 yılı Kasım ayında en çok ithal edilen ürünler Buğday, Ham Ayçiçeği yağı ve Soya Fasulyesi
Çiftçi üretimden uzaklaşırken,
Bizim güneşimiz ,suyumuz,toprağımız var neden ekmeyelim,dikmeyelim,üretmeyelim?.....
Atatürk boşuna dememiştir, Milli ekonominin temeli tarımdır" diye.
Evet; Türkiye'de sadece tarım yok edilmedi, ormanları da yok edildi. Ülkenin doğal kaynaklarının yok edilmesinin önünün açılması tarım kadar yüreğimizi acıtıyor.
Bugün yaşadığımız tablo bunun kanıtı değil mi? Kronik sorunlara kalıcı çözümler bulmadığımız sürece tarım ve gıda sektörüne yönelik tartışmalar yıllar boyu sürüp gidecektir. Olan, adeta varlık içinde yokluk çeken üreticisinden tüketicisine 84 milyona olacaktır.
13.03.2022
Fatma Ulubey