Çıpa, çapa, demir veya lenger denizcilikte herhangi bir deniz taşıtını istenilen yerde sabit tutmak için suyun dibine bırakılan, iki veya daha çok kanca şeklinde kolu bulunan, uzun bir zincire veya kabloya bağlı, genellikle metalden yapılmış alet.

Çapa;

  1. Çapalamak eylemi
  2. Tarlada, bahçelerde toprağı işlemek, kazmak için kullanılan, ağaç saplı, keskin ağızlı, demirden yapılmış kazı aracı.

Ruhum bedenime ve eve sığmaz bazen. Hadi eve neyse de bedenime sığmayınca ne yapacaksın! İşte çıpa atınca en azından güvenli hisseder ya deniz taşıtı kullanıcısı. Benim misal de o misal, en azından bu bedenin sahibi olarak eve demir atınca güvende hissediyorum kendimi. Tabii bu da geçici bir süre oluyor.

Nasıl felaketlerde güvenli sanılan limanlarda bile alabora oluyorsa deniz taşıtı, benim de güvenli alan dediğim evimde sınırlarımın ihlal edildiğine tanık olmam söz konusu olabiliyor bazen. İlk aklıma gelen kendimi dışarı atmak. Ancak o zaman yaşadığıma temas ediyorum. Bu eylem bazen kendime acımaya yol açsa bile bazen de zorunlu sosyalleşmeyi getirdiği için avantaj sağlıyor. Bu geçmişte de böyle olmuş farkında olmadan yapsam da. Bugün de aynı şeyleri yapıyorum fakat tek farkla, bugün -her zaman olmasa da- bunun farkındayım. Böyle olunca suçlu aramaya gerek kalmıyor.

İşte buradan ‘çapalama’ eylemiyle devam edebiliriz. Geçmişe giderek bunun kökeninde yatanlar ortaya dökülebilir. Şu an tespit etmek amacıyla yola çıktığımın altını kırmızı kalemle çizmek geldi içimden. Bilinçaltı kırmızı kalemi çok severmiş. Bunu da yenice öğrendim. Dolayısıyla geçmişe ait olumsuzluklar yazılınca üzerini kırmızı kalemle çizilmesi önerilirmiş. Miş de mişmiş... Bilgi sonsuz anlayacağınız. Önemli olan bu bilgilerle sizin ne yaptığınız.

Ben her fırsatı değerlendiriyorum yazarak kendimi paylaşmak için. Böyle böyle iletişim kuruyorum kendimle ve başkalarıyla. Çünkü konuşacak gücüm yok. Sözcüklerle oynayan ben, bugün onlara gerçek hakkını vererek nasıl konuşulacağını bilmediğim için de konuşamıyorum. Fakat yazmak öyle mi! Es tanıyor insana andaki duygularını tespit edip ifade edebilmesi için. Benim de bugün ihtiyacım olan şey bu. Yani tek önceliğim duygularıma temas edebilmek. Gerekirse sözcüklerle de oynayabilirim. Yazı bu anlamda da özgür kılıyor beni. Kimseye hesap verme zorunluluğum yok. Ne güzel!

Tekrar çıpaya dönecek olursam bazen İrene’nin benim evden fazla uzaklaşmamam için çıpa vazifesi gördüğüne inanıyorum. Güvenli limanımda salınabilmek ama fazla uzaklaşmamak adına. Tabii böyle anlar da her an gibi geçici olabiliyor. Fakat canım buradan yürümek istiyor şu an.

Altını çapalarsak iş geliyor çocukluğa dayanıyor yine. Büyük büyük bir sülale, büyük bir aile derken evlerin içi öyle kalabalık ki... Sıkış tepiş. Küçük bir çocuk olarak ezileceksin sanıyorsun ayak altında. Toz oluyorsun ortadan. Sokaklar geniş alan. Tehlikeler orada da söz konusu olsa da kaçacak alan geniş en azından.

Evlerin içi öyle değil ama nohut oda bakla sofa gibi oldukça naif ifade edilen o evler, ne yazık ki ancak bir çift için oldukça elverişli olabilir belki. Hele bizim evdeki gibi elinde şırıngayla dolaşan emekli ebe- hemşire bir babaanne ve temizlik hastası bir anne olunca kaçacak delik de yoktur. Kurtuluşu sokakta bulursun. Onun için bugün de sokaklar bana cankurtaran simidi gibi geliyor belki. Belkisi fazla aslında ama tabii  tek neden de o değil. Fakat biz yine de konuyu dağıtmamak adına buradan yürümeye devam edelim. Patikalara sapmayalım.

Bu kadar emin olmamı destekleyen bir sürü anı sepetim var olmasına var da en önemlisi, korkarak bazen çatışarak bugün anne-kız konuşacak fırsatımızın olması. Zaten benim dileklerimden biri de o; annem ve ben hayattayken konuşalım istiyorum her şeyi. O bunu bazen yüzgöz olmak olarak algılasa da ben bunu yüzleşmek, özgürleşmek olarak algılamayı seçiyorum yalnızca bugün için.

Hatta bir gün öz eleştiride bulunur gibi üstünü başını batıra batıra yemek yiyen çocuk videolarını bayıla bayıla izlerken dedi ki:

”Üzülüyorum, bu çocukları izledikçe size böyle bir fırsat vermediğim için.”

Bunu söyleyebilmesi için benim sormam ve deşmem gerekti tabii her zamanki gibi. Yoksa o ser verir ama sır vermez kolay kolay. Bunun yine birçok nedeni olsa da benim tarafımdaki öncelikli neden, zaman zaman amacından sapsa da kendimi tanıma yolcuğumu kolaylaştırmak. Olduğu kadar diyelim.

Kendini tanıma yolcuğu deyince gündeme gelelim. Bugün İrene kısırlaştırma operasyonuna girdi. Hala ayaklarımın ucunda yatıyor tam kendine gelmedi. Acı çekiyor, acı çekiyorum. Benim duygusal acım İrene üzerinden dişilik, annelik şeklinde de nüksettiğinden ikiye katlanıyor. Ayrıca hastalanan sokak kedisi ‘Kuzu’ için de içim acıyor. Çünkü dünden beri o da hastaydı ama veterinerlik hizmetleri için dur dediğimden kardeşimle köye gönderdim. Yani ölüme. Bu kadarına gücüm yetti veya bu kadarını yapmayı seçtim. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıyor şu an.

Dedik ya kendinle yüzleşmek, sınırlarını çizmek o kadar kolay değil. Hele ki dişilik, annelik, hayvan severlik, öğretmenlik diye başlayıp uzayarak giden bir sürü kavramın içinden, sana ait olanları seçip almak yalnızca bugün için beni zorluyor. Kolaylıkla ve sevgiyle olsun inşallah.