Ağlamaklıyım, dokunmayın, sakın dokunmayın bana. Hıçkırık, feryat, figan dinlersiniz. Uzatmayın, uzatmayın bana ellerinizi. Tam tuttum derken yine boş kalır elleriniz. Öyle yorgunum, öyle yordu ki bu hayat beni. Ne sevdaya bakacak, ne sevdayı yaşayacak takatim kaldı.

 

Hayat dediğimiz o acımasız zaman, sürekli engeller çıkardığı. Sevda adına ne varsa, güzelliğe uzanan benim de ellerim hep boş kaldı. Buna karşı koyacak hiçbir gücümüz yok. Onurlu yaşam kandırmacasıyla ayakta durmaya çalışıyoruz. Hangimiz aldırmışlığa boş verip hayatımızı yaşayabiliyoruz ki? Mutluluk pastamıza baktığımızda kendi özelimize ayırdığımız dilimin ne kadar küçük olduğunu görebiliriz. İşe, eş ve çocuğa, çevreye ayırdığımız dilimler hep daha büyük oldu. Hangimiz bizi diğer canlılardan ayıran en büyük özelliklerden birisi olan sevmek, sevilmek ve aşk duygusunu hoyratça yaşamaya cesaret edebildik?  

 

Hayatı bir kez daha yaşayabilme şansım olsaydı gerçekten çevrenin düşüncelerini dikkate alarak yaşamayı denerdim. Ama yok be dostlarım! Ne yazık ki yok ve tercihimizi iyi kullanmak zorundayız. Ben sevdayı seçtim, ben hoyratça yaşamayı, ben hisleri duymayı, ben hislerimi duyurmayı seçtim, sessiz bir çığlık misali.

 

Ciddiye alınacak ne varsa güneşle birlikte ufukta batırdım.  Sadece yarım bir elma koydum yanı başıma paylaşmayı anımsamak için. Ben artık billur suyun sesini, kırmızıyı, gelinciklerin saflığını, taze ekmeğin kokusunu, içtenliği, umudu ve bir gülümsemenin sıcaklığını seçtim. İçtenliği, umudu, neşeyi, bağışlayıcılığı, özgüveni ve açık yürekliliği unutmadım, "Ben" in dışına çıkıp bize ulaşabilelim diye...