“Tunç çağının sonlarına doğru geçilen Ataerkil sistemler, tek Tanrılı inançlar derken artı değer kavramı ve ticaret işte oralarda ortaya çıkan bir bakış açısı kadını hiçleştiren, değersizleştiren...” diye anlatmaya devam eden kadın konuşmacının sesi yavaş yavaş derinleşti ve kayboldu. Derin bir uykuya dalmıştı Özlen yorgunluktan, uykusuzluktan. Yıllardır dinlediği çizgideydi anlatılanlar ve ninni gibi geldi. Arkadaşının dürtmesiyle uyandı. Arkadaşı utanç içinde horladığını söyledi. Utanma sırası da Özlen’ e geçti.

Dikleşti ve dua etti uyanık kalabilmek için. Yardım istedi meleklerden konuşmaya odaklanabilmek adına. ”Hindistan’ ın  Maharashtra  bölgesinde iki kız çocuğu olan ailelerde, ikinci doğan her kız çocuğuna ‘ Nakusa ‘ adı verilir. Bu geleneğin sürdürülmesinin altında yatan neden ise böylece Tanrılar bizi duyar ve bize erkek çocuk verirler düşüncesiydi. Bu doğan erkek çocuğuna da Tanrılardan birinin adı verilirdi. ”Nakusa Kızları” ise bu adın altında ezilir, okutulmaz veya evlendirilmez, her türlü yaşamsal hakları ellerinden alınırdı. Şimdilerde çeşitli sivil örgütlerin de kamuoyu oluşturmasıyla bu kızlara yeni ve özel isimler veriliyor. Bu çalışmalar devam ediyor.”

Demesiyle konuşmacının sesi tekrar gitti. Fakat bu sefer görüntü duruyordu çünkü gözleri açıktı. Sadece zihni konuşuyordu ve konuşmacının dudakları oynuyordu. Nasıl yani dedi? İç sesi. O kadar ilkellikle suçlanan Hindistan’ da bile en azından birinci kıza bir şans tanınıyormuş. Ben modern geçinen bir ülkede, görmüş geçirmiş bir ailenin ilk çocuğu olduğum halde bunca yaşadıklarım kız olmamdan kaynaklanırken tam ters köşe bir bilgi bu. Aman Tanrım ben ne yapacağım bu bilgiyle şimdi.

Eee bu kadar kurgu yeter anacığım dedi yine içimdeki ses. Yeter, olmuyor işte. Devamı gelmiyor. Sen yine patozlama gir konuya. Boş ver anlattıkların zaten herkesin anladığı kadar olacak.

Annem zor doğurmuş beni. O can havliyle ve altına yapmanın utancıyla baş başa, sadece ebe beni kucağına aldığında yanındaki büyükanneye söylediği sözleri duyabilmiş; ”Komşu filancanın gelinini doğurttum buraya gelmeden önce. Maşallah bir kız doğurdu akça pakça çok güzel bir bebek.” Yetmiş anneme bu kadarcık bilgi,  daha yüzümü bile görmeden. Belki ondandır içimde bitmeyen bu güzellik yarışı.

Yine büyükanne bahçeye çıkmış babama haber vermek için. “Kızın oldu!” demesiyle babam fenalaşmış yere çökmüş. Bana yıllarca ‘mangal tutmuş’ diye aktarılsa da ben cinsiyetime yormaktan yana kullandım oyumu. Kızsın ve üstelik çirkinsin... Doğaldır o zaman ilk çocuk olsan da yarı nakusallaştırılman.

İyi bir eğitim ve öğretim almam konusunda oldukça cömertti ailem. Babamın ‘ ordunun içine girse güvendiği’ erkek gibi kızı olmaktan; annemin becerikli, çalışkan, temiz, bakımlı, düzenli ‘cici kızı’ olmak arasında kendim olmak mücadelesi oldukça yorucu. Son nefesime kadar sürecek bir araştırma alanı. Hatta mitolojik kahramanım hangisi olur gibi ufak bir araştırma da yaptım. Zeus ve onu kendinden yaratan Athena tanıdık ve yakın geldi bana. Ne dersiniz?

Tabii bir de arketipler var. Başucu kitaplarımdan ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’a başvurdum. ’Elsiz Kız’ masalına gönlüm kaydı. Kendi elimden tutmayı bilememiş, elimi hep başkalarına uzatmış ya da aksine ben herkesi kurtarmaya çalışmıştım. Baba yarama, ilişki yaralarıma bakma cesareti bulamamışım. ”Kendi ayaklarımın üzerinde durmayalım!” derken, çünkü babam öyle demişti ellerime, onlarla nelere tutunduğuma hiç ama hiç bakmamıştım.

Böylece yol devam ediyor yolcu olmaya niyet ettiğim sürece.