Bir Öyküsü Olmalı

Her şeyin bir öyküsü olmalı dedim içimden. Yoksa başka türlü ete kemiğe dönüşmüyor benim için. Yürüyüşte kendi içsel konuşmamdandı bu tümce.

Güzergâh olarak hep kullandığım bir yol. Fakat düne kadar teyzem evlenmese dikkatimi çekmeyecek olan evin önünden geçerken temas ettim bu içsel konuşmaya. Çünkü evlendiği adamın annesinin eviydi. Hatta kendilerinden izin alarak bahçesindeki incir ağaçlarından incir bile yemişliğim var. Bırakın geride kalan bahçesindeki incir ağaçlarını, yıllarca evin bomboş olduğunu bile fark etmemiştim. Orada bir ev vardı, önünde de sebil. Gerisi yok. Ancak bir yaşanmışlığı ve ona bağlı bir öyküsü olunca ev benim gözümde görünür oldu, silikliği kayboldu.

Benzer bir farkındalığı Eskişehir turunda da yaşadım. ’Devrim Arabaları’ kulağımda öylesine yer etmişti. Fakat fabrikasına gidip müzede görselleri destekleyen öyküsünü harika bir anlatıcıdan bizzat dinleyince o da kanlı canlı oldu gözümde. Önerilen filmini, belgesellerini izlemek isterim. Ne kadar ayrıntıya inersem o kadar içselleşecektir inanıyorum.

Emekli olduktan sonra orada yaşadığım dönemde,  yerlilerinin söylediği ‘Paspaturun suyundan içen bir daha iflah olmaz, Fethiye’ ye yerleşmeden duramaz’ söylemi gelir böylesi tespitlerin içinden geçerken.

Daha dün yine yürüyüşte yaşadığım bir tespit. Mesleğimin son yıllarını yaşadığım lise yerle bir oldu. Baktım ki asfalt dökülmüş,  Pazar yeri yapılıyormuş. Kardeşimle paylaştım. O da birlikte okuduğumuz ilkokulun varlığının ona ne kadar iyi geldiğinden bahsetti. Aslında o okul da bir iki kere yıkılıp yenilenmiş ama biçimini ve yerini koruduğu için o kadarı bile yetiyor öykümüzü anımsatmaya. Eskiyi yok ederken öykülerimiz yani yaşanmışlıklarımız da gidiyor elimizden.

Doğa yürüyüşlerinde de sık sık bu tespitlere başvururum. Yıllarca dağlarda çeşitli parkurlarda yürüdüm. Fakat gideceğimiz parkura daha önce gidip gitmediğim sorulduğunda genelde verdiğim yanıt; ” Ancak gidip görünce söyleyebilirim.” Evet, oradaki yaşanmışlıkların izlerini görünce anımsıyorum. Adı öyle konulabiliyor, öyle yer buluyor zihnimde.

Tabii öykü ilmek ilmek oluşuyor ama o öyküyü oluşturan ayrıntıları tek tek toplamak, not almak asıl yorucu olan. Yoksa her öykü, sahibi için özeldir ve değerlidir. Herkes anlatmayı seviyor öyküsünü. Fakat yazmaya gelince kaçıyor, senden bekliyor. Yazı malzemesi bende çok bir gün anlatayım da yazıver, diyenler çok oluyor. Malzeme çok da onları anlamlı kılacak bence o malzemelerle ne yaptığın. Ona gelince sihir ortadan kayboluyor sıradanlaşıyor.

Hani derler ya yazılmadık konu yok. Sadece farklı kılan o yazılanlardan yola çıkarak senin ne yaptığındır. Annemin izlediği o yemek programlarında olduğu gibi herkese aynı malzeme veriliyor ama değişik tatlar ve sunumlar ortaya çıkıyor. Onun gibi. Nasıl da işi getirdim yine yemeğe bağladım. Bütün dünyam yeme içme üzerine kurulu son zamanlarda.

Umarım o içimdeki boşluğu yemekten çok yazarak doldururum. Eğer bu şekilde yemeye devam edersem yazmak istediğim o kitap bir yemek kitabı olabilir. Aklıma ne geldi biliyor musunuz yemek kitabı derken; ben ailemden uzağa evleneceğim ve mutfağa da meraklıyım diye Kız Meslek Liselerinde ders kitabı olarak okutulan Leman Cılızoğlu’ nun kitaplarını almıştı annem çeyizime. Ben de onları kırmızı renkte ciltlettirip üzerine de adımı yazdırmıştım. Kitaplarım her zaman benim için özenli bakılması gereken arkadaşlar olmuştur. Bu yanımı da seviyorum.

Canımı sıkan ise, o arkadaşlıklara öncelik tanıdığımda da sanki diğerlerini ıskalıyormuşum gibi geliyor.Yani yemeğe olan açgözlülüğüm yaşamla ilişkimde de çok açık ve net. Doymuyorum. Bu da benim öykümün kalbi. Sakin ve dingin atması dileğiyle.