Nihayet kış gerçek yüzünü gösteriyor. Sıcak günler sone ermeye başladı. İnanın belki bu kadar sıcak bir yaz mevsimini uzun zamandır yaşamadım sanırım.

Aslında yaşadığımız her kış, sıcak olabilmenin hayalini kurduğumuz, “Ah! Bir güneş açsa da ısınsak” diye sabırsızlıkla beklediğimiz günler değil midir, yaşanmış zaman dilimi.

İnsanoğlu çok nankördür. Sıcak da olsa, soğuk da olsa hemen şikâyet etmeye başlarız. Aslında bu yaz, sanki diğer yaz sıcaklarından farklı gibiydi. Kime sorsanız hemen herkes, bu yaz sıcaklarından şikâyetçi olur eminim. Ama şikâyet eden herkes de haklı galiba.

Kendimi bildim bileli, sıcakları severim. Doğrusu kışları pek sevmem. Gerçi her mevsimin kendine göre bir güzelliği vardır, ama yaz başkadır...

Kışın dışarıda gezdiğim zamanlarda, hele yaşımızda kemale erip sokaktaki insanların durumlarını düşündükçe, çoğu kez bu bencilliğimden utandığım da olmuştur.

Gariban, maddi durumu, geleceği garanti altında olmayan ve herhangi bir sosyal güvencesi bulunmayan insanlar için yaz mevsimi bulunmaz bir nimettir. Onlar için, hiç olmazsa olmazıdır yazlar.

Onlar için yaz, sıcak bir yatak değil mi?

Onlar için yaz, çoluk çocuğunun nafakasını kazanmak değil mi?

Onlar için yaz, kışı huzurlu ve rahat geçirebilmek için ihtiyaçlarını temin edebilme fırsatı değil mi?

Sorarım size?

Ey kışı haddinden fazla sevenler...

Aslında, yazın sabaha karşı oluşan serinlik de bazen içimi ürpertir.

Sokak köşelerinde, iş için bekleyenler, meydanlarda mendil, çakmak satanlar, ayakkabı boyacılığı yapanlar, kalacak yerleri olmayıp, sığınabildikleri kuytu bir yer bulduklarında kendini şanslı sayanlar ne yaparlar sonra. Öyle bir hayat içerisinde kim olmak ister. Ancak sıcak yaz aylarında, daha çok yaşama şansları oluyor.

O yüzden yazları severim. O yüzden sıcakları severim. Hiç sevemediğim şu zaman dilimi; büyüklerimizin deyimiyle, yarısı kış, yarısı yaz olan bu günler de iyiden iyiye soğuk belirtilerini gösteriyor. Evet, sonbahar, kışı anons eder gibi, hazırlanın, hazırlıklı olun diyor.

Sonbahar, sıkıntı, hüzün demektir bu mevsim. Sararan yapraklarıyla utancından başını öne eğen ağaçlar, çıplak kalmış gibi ve gittikçe cılızlaşan güneş ışınları artık ısıtmıyor yeri ve içimizi.

Belki karnı tok, sırtı pek olanlara göre romantik günlerin habercisi olabilir bu günler. Yine kalıcı aşkların ve duyguların başlangıcı da sayılabilir.

Yazın fakirin, garibanın umutları, imkânları, güneşin sıcaklığıyla çabucak eriyip tüketilmiş gibi oluyor. Belki sonbahar iddia edilenin aksine, yazları kıpırdanan duygulardan daha farklı gelebilir.

Doğanın nadasa bırakıldığı şu günlerde, elimizdekilerin de ne kadar çabuk kaybedileceğini anımsatır gibidir.

Sararıp kurumaya yüz tutan ağaçlar, sanki çıplak kalmış gibi, kış için her türlü önlemin alınmasını hatırlatır gibidir.

Aslında, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını, her şeyin bir sonunun olduğunu hatırlatır gibidir.

Havaların soğumaya başladığı, kışın kendini tamamıyla hissettirdiği şu günlerde, belki çoğumuz sobaları kurdu. Sıcacık köşelerine çekilip, kiminin çayını yudumladığı, kiminin kahvesini höpürdeterek içtiği gecelerde, ihtiyaç sahibi insanları hiç düşünüyor muyuz acaba?

İçimin ürperdiği şu serin günlerde, işe gelirken kışın soğukluğu tamamıyla etkisi altına almaktadır benliğimi.

İşte o yüzden hep yazları severim. Hep sıcakları severim.

Siz ne dersiniz?

Yazları severim, gariban dostu.

Kışı fazla sevmem, deldirir postu.

Karnı tok, sırtı pek, göbekli dostu!

Birbirinden ayır, gözün aç insan!

Kerim Baydak

[email protected]