Dostlar zaman zaman “neden?” diye sorarlar; “neden böylesi kendini kaptırmışsın bu şehre?

Bu şehirde doğdum çünkü” derim, sonra, “Anam babam, dedem… buralı, buradalar, hem ekmeğini yemiş, suyunu içmişim…” gibi cümleler dökülür dudağımdan. Bu arada kısa bir dalgınlık olur, geçmişe gider gelirim bir an…

Bu yüzden kendimi bu şehre borçlu hissederim. Bazıları buna “vefa” der. Kendi çapımızda bunca çabamız bu yüzdendir aslında. Bunu çok yıllar önce şu satırlarla ifade etmeye çalışmışım:

***

Ben bu şehirim aslında...

Bu şehrin akşamlarına tutsak ayaklarım.

Ellerim toprağına mahkûm.

Yüreğim sevdalı kara bahtına bu şehrin.

Çünkü bu şehirde yoğrulmuş hamurum.

*

Bu şehirde açmışım gözlerimi dünyaya. İlk ağıtımı bu şehre yakmış, ilk gözyaşımı sessizce buraya akıtmışım.

Hayata ilk kez buradan bakmış, ilk gülücüklerimi bu şehre vermişim ben. Kundağımı bu şehirde bağlamışlar ilk defa. Bu şehirde höllükle pişmişim.

Beşiğimi ilk kez burada sallamışlar, ninniler söylenmiş bana zifiri gecelerinde. Benim için ilk kez bu şehirde uykusuz kalınmış, ilk kez bu şehirde ellerimden tutulmuş, bu şehirde kucağa alınmışım ilk kez.

İlk düşümü bu şehirde görmüşüm, ilk hayallerim burada canlanmış, yanaklarım ilk kez bu şehirde kızarmış çekinerek.

Anam bu şehirde beni emzirmiş ak sütüyle, babam ilk kez bu şehirde beni kucaklamış yüreğiyle.

Ana kucağını, baba ocağını ilk kez bu şehirde hissetmişim gönlümde.

Sonra bu şehirde emeklemişim ilk kez.

Ayaklarım ilk defa burada toprağa basmış yalınayak. Çamuruna belenmiş, tozunu yutmuşum farkında olmadan.

İlk kez burada üşümüş, anne kucağını özlemişim, ilk kez bu şehrin sıcakları yakmış tenimi.

İlk acıyı bu şehirde tatmışım derinden, rüzgâr ilk defa bu şehirde yalamış saçlarımı.

Yağmur ilk defa ıslatmış çisi çisi, ilk kartopunu bu şehirde oynamışım arkadaşlarımla.

Bu şehrin ekmeğine “peppe” demiş yemiş, suyuna “buvva” demiş içmişim.

İlk kez ne zaman sokağa çıkmışım tek başıma hatırlamıyorum, ama sokaklarında çok oyunlar oynamışım bu şehrin.

“Çırçımba”, “körebe”, “elim sende”, “birdirbir”, “gırcik”, “çelik çomak”, “saklambaç”, “lık” oynamış, “deleme” ve “çember” çevirmişim sokaklarında.

Eve geç kalınca babaannemin beni çağıran sesi bu şehrin sokaklarında çınlamış, korkuyu, telaşı bu şehirde tatmışım ilk kez.

Telden yapılmış arabalarla hülyalara dalmış, bayramlık “tıkır”ımla uyumuşum sabaha dek.

Büyüklerimin ellerini ilk kez bu şehirde öpmüş, ilk bayram harçlığımı bu şehirde almışım.

İlk kavgamı bu sokaklarda yapmışım arkadaşlarımla. Sonra peşlerinden koşmuş, yetişemeyince de kapılarını taşlamışım var gücümle.

İlk defa bu şehirde Babaannemin sırtında hocaya gitmişim, elif be’yi öğrenmişim heceleyerek. Sonra da bu şehirde kapılmış farğabım.

“Talebe” olmayı, “çırak” olmayı burada öğrenmişim ilk kez. Ustamdan fırçayı, hocamdan sopayı ilk kez bu şehirde yemişim ve yerlerinden gül biter diye beklemişim.

Babam ellerimden tutarak ilk mektebe yazdırmış beni bu şehirde. Abeceyi öğretmenim ilk kez bu şehirde öğretmiş, “öğretmen”in, “okul”un kutsallığını burada bellemişim.

Sevgiyi burada tatmışım ilk defa, nefretle burada tanışmışım istemeyerek.

Dünyayı bu şehir sanmışım ilk zamanlar. Sonra da bu şehrin dünyam olduğunu anlamışım.

*

Ben bu şehre mecburum.

Ben bu şehirim aslında, bu şehir de ben…

Havası havam, suyu suyum, toprağı da yüreğim.

Emeğim, terim, kanım, canım,

Ben sana mecburum Adıyaman’ım…

Sözüm de sana, yazım da sana…

Sen var oldukça ben de varım, anlasana!...

*

Çok yıllar öncesinin kelimelere dökülmüş duyguları bunlar… Teknik ve edebi olarak nasıl bilmiyorum ama samimi duygular olduğunu bilin…