Çocuklarımızın derslerinde çok başarılı olmasını en çok kimin için istiyoruz? Kendimiz için mi yoksa çocuk için mi? Bakın Mesut Beyin oğlu ne kadar başarılı denildiğinde gururumuz ne kadar okşanıyor. Oysaki biz anne babayız iyi bir insan olması ve onun için uğraşmamız zaten bizim görevimiz, tabiî ki gururlanmamızda en doğal hakkımız. Gözden kaçırılan nokta karşıdaki insanların, çocuğumuzun iyi bir insan, olduğundan bahsetmemeleri, sadece derslerinde çok çalışkan olduğunu söylemeleridir. Çocuğumuz her ikisini de yapacak ve yaptıkları bizi ziyadesiyle mutlu edecek. Yalnız çocuklarınıza gerekli fırsatları tanıyın, onlara yaşlarının gerektirdiğini yaşamaları için gereken olanakları sunun. İsterseniz yine sizin gözetiminizde olsun.  Çocuk diyoruz, büyüklerin düşündüğü gibi düşünmelerini bekliyoruz. Bu kendimizle çelişme, çocuklara da haksızlık olmuyor mu?

      Son günlerde sıklıkla karşılaştığım. Sürekli bir şekilde bana sorulan: çocuklarının yeterli düzeyde ders çalışmadığı ya da çalışmalarının karşılığını alamadığı ayrıca hiperaktif çocuklarının olduğu, bu konularda yardım almak istediklerini dile getiren, saygı değer dostlarımla, birkaç cümleyle köşemde dertleşmek istedim. Bu yazı bir başlangıç olacak. Konuları açarak sizlerle daha bilimsel yazılarla ve düşüncelerle birlikte olmaya gayret edeceğim. Tabi bu, sizlerin de yazılarımıza, yorumlarınızla katılmanız ile zenginlik kazanacaktır.

     Öncelikle çocuğumuzun isteklerini mi dikkate alıyoruz? Yoksa kendi egolarımızı tatmin uğraşı içerisine mi giriyoruz? Bu soruların cevaplarını bulmamız, birbirimizi anlamamızı kolaylaştıracaktır. Belki konuya bu giriş sizi yazıyı okumaktan uzaklaştıracaktır. Ama konuyu tam okumadan bile olsa, sonradan, kendinizle yüzleşmenize de yetecektir.

      Saygı değer dostlarım; genel olarak bizdeki eksiklikleri fark etmiyoruz. Karşımızdakilerden bizim görmek istediklerimizi fazlasıyla bekliyoruz. Göremeyince de insanlarda bir problemin olduğunu düşünüp, yine kendimizce çözüm yolları arıyoruz. Bu, işte biraz öncede değinmeye çalıştığım gibi çocuğumuzun hiperaktif olduğunu, düzenli ders çalışmadığını, sorumsuz olduğunu, vurdumduymaz olduğunu ya da çalışmalarının karşılığını alamadığını aklımıza getirmiyor mu? Bu kanılar aslında yanlış olan, gerçek ise çocuğumuzda pek de büyütülecek bir sorunun olmadığıdır. Biz, aslında ortada bir sorun var, bunu da, birilerinden yardım alarak çözersek her şey tamam diye düşünüyoruz. Boş yere kürek çekmekten kendimizi alamıyoruz. İşte bu uğraş, problemi çözme ve de çocuğumuzu düşündüğümüzün kanıtı oluyor. Böylelikle kendimizi de rahatlatmış oluyoruz. Ama bakın arkadaşlar, bazı meseleleri bizler zorlaştırıyoruz. Olaya bakış açımız enteresan; ortada bir sorun varsa, onun çözümü öyle kolay olmaz! Adı üzerinde “sorun”! İnanın çözümü çok kolay. Yeter ki bazı olayların farkında olalım. Kendimizi eleştirmekten, çocuklarımızla ilgili empati (duygudaşlık) kurmaktan kaçınmayalım.

      Şöyle bir düşünecek olursak: Odunla uğraşan, marangoz olabilmek için bile çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerini geçiren insan. Anne ve baba olmak için, çıraklık kalfalık dönemlerini yaşayamadan, usta olarak görevlendiriliyoruz buna da maalesef zamanımız, imkânımız ve okulumuz yok!!!

     Tanzimatla başlayan batılılaşma hareketi çocuk, ebeveyn ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Belli kültüre sahip olan toplumumuz ataerkil yapı içerisinde gelenekçi bir yapıda yürürken, sıcakkanlılığımızla etrafa yaydığımız sevgi tomurcuklarını da kaybetmeye başlamamıza vesile olmuştur. Avrupalıların yaptığı çok güzel şeyler vardır. Bu her yaptıklarının doğru olduğunu göstermez.

Bizim için büyük önem arzettiğini düşündüğümüz, fakat sonunda kazanımlarımızın mı yoksa kayıplarımızın mı daha fazla önem taşıdığını,   Son Sultanü’ş-Şuara Necip Fazıl Kısakürek “Sahte Kahramanlar” eserindeki bir yazısında çok güzel açıklamıştır.

Avrupalılar canlı maymun yakalamaya karar vermişler. Bir küp buluyorlar. Küpün içerisine fıstıkları dolduruyorlar. Maymunların görebilecekleri şekilde, küpe defalarca fıstık doldurup boşaltıyorlar. Bu hareketi öğrenen maymunlar zaman içerisinde ellerini küpe sokup fıstıkları avuçlarına dolduruyorlar. Bu defada elleri, küpün ağzından çıkmıyor. Ellerini açmayı düşünemiyorlar. Çünkü avuçlarında çok sevdikleri fıstık var. Sevdiklerini ellerinde tutarken, özgürlüklerinden, hayatlarından vazgeçtiklerini fark etmiyorlar.İşte bazen bizler asıl lezzetin özgürlük olduğunu, kendi kültürümüz olduğunu, kültürümüzü zenginleştirerek daha güzele ulaşabileceğimi fark etmiyoruz.

     

 O zaman ne yapacağız? Tecrübelerden faydalanacağız. Çağa uygun tedbirlerle, “ayağımızı köklerimizden koparmadan, yerden kesmeden geleceği yakalamak.” İşte yapmamız gereken bu. İyi birer anne, baba olabilmek için. Şu soru, karşı fikirde olan arkadaşlarımıza yardımcı olabilir: “Anne ve babalarımız bizleri yetiştirirken neler yapmışlarsa üç aşağı beş yukarı benzer tekniklerle çocuk büyütüyoruz. Odunu bile tarifle kapı yaptırmazken evine. Biz tariflerle tecrübelerle, duyduklarımızla, okuduklarımızla nasıl insan yetiştireceğiz?” Ama dikkatimizden kaçan nokta; çırak ustasından tarifleri dinler, kalfa tecrübeli ustasından aldığı nasihatlerle kendisini geliştirir.  Bu benim eserim diye bilmek için.

    Avrupalılardan aldığımız teknolojiler bizi mükemmele bekli de götürecektir. Ama insani açıdan zor görüyorum.

Makinalar sevgi beklemez, çocuklar sevgisiz büyüyemez. Gelin sevgi adına, korkmadan, şımaracaklarını düşünmeden doyasıya çocuklarımızı sevelim. Çocuklarımız belki matematikten, kimyadan, Türkçeden, tarihten vb. başarısız olacaklardır; ama önemli olan kişilikli bireyler yetiştirmek mi; yoksa derslerinde başarılı, göğsümüzü kabartıp anne, babalarının egolarını tatmin edecek bireyler yetiştirmek mi?

 

Mükemmel anneler mükemmel çocuklar yetiştiremeyebilir. Fakat mutlu anneler mutlu çocuklar yetiştirir.