Sacre Cour Kilisesinden çıktıktan sonra hemen yakınındaki Ressamlar Tepesi diye adlandırılan bölgeyi görmek üzere sağ tarafa yöneldik. Daha önce de belirttiğim gibi dik yokuşlardan oluşan bölge çok kalabalıktı. Yolda İstanbul’da bazı alışveriş merkezlerinde çocukları taşımakta kullanılan, küçük ahşap vagonlardan oluşan küçük trenlerden gördük. Ama burada bu trenler çocukları değil, yetişkin turistleri taşıyordu. Sıcakta bölgeyi yürüyerek dolaşmak istemeyen turistler için iyi alternatif aslında.

                Daha önce ünlü ressamların atölyelerinin bulunduğunu okuduğum Ressamlar Tepesi, açıkçası bende hayal kırıklığı yarattı.  Bol miktarda kafeterya ve birkaç sokak ressamı dışında resme dair bir şey görmedik. Bahsedilen atölyeler ya yoktu, ya da bizim gözümüzden kaçtı, bilemiyorum.

 

                Bölgede birkaç yıl önce intihar eden sanırım Cezayir asıllı, ki bundan çok emin değilim Fransız sanatçı Dalida’nın evi de bulunmakta.

 

                Gruptan ayrılıp, kendi dört kişilik ana grubumuzla bir süre daha dolaştıktan sonra sıcaktan ve kalabalıktan bunalıp, aşağı doğru yürüdük. Karşımıza büyük ağaçların yer aldığı küçük bir park çıktı. Fazla kalabalık olmayan içinde bir çeşmesi de olan parkta, çeşmeye en yakın banka oturduk. Sırt çantamızda hala bol miktarda yiyecek olduğundan, bankın üzerine yiyeceklerimizi çıkarıp ayaklarımızın altında görünen Paris manzarası eşliğinde, Fransızların şaşkın bakışları altında harika bir piknik yaptık. Bu arada çeşmenin musluklarından bahsetmeden geçemeyeceğim.  Daha sonra bu muslukları Avrupa’nın her yerinde gördük. Musluklarda açmayı sağlayan bir aperat yok. Yan tarafta musluğa sabitlenmiş jeton gibi bir şey var. Ona basınca su bir süre akıyor. Ama o kadar kısa süre akıyor ki, bir kez basma ile elimi yıkamayı hiç başaramadım. Yani bizde olduğu gibi musluğu açtığınızda suyu öyle şakır şakır akıtamıyorsunuz. Elinizi sabunladığınızda su kesiliyor, tekrar basmak zorunda kalıyorsunuz.

 

                Teleferikle çıktığımız yolu, merdivenlerden aşağı indik. Bir süre önce yukarı çıkarken Eminönü’ndeki Mahmutpaşa ‘ya benzettiğim sokağa geldik. Hediyelik eşyalar satan dükkanları gezdik. Fular, tişört benzeri tekstil ürünlerinin Endonezya malı, kupa bardak tabak benzeri zücaciye ürünlerinin de Çin malı olduğunu gördük.  Türkiye’de tanesi bir liraya alınabilecek, Üzerinde Eyfel Kulesi resmi olan kupaların 4-5 Euro olduğunu görünce Milliyetçilik duygularım kabardı. Ülkemin dövizini Fransızlara bırakmamak adına oradan hiçbirşey satın almadım.