Tarihsel süreç içinde savaş kazanan, devlet kuran komutanlar, hep tek adam hâkimiyetine dayanan devletler kurmuşlardır. Kurdukları devletleri tek başlarına aldıkları kararlarla yönetmişlerdir. Diktatör olmuşlardır. Halklarına, baskı ve zulüm uygulamışlardır. Atatürk, tarihte bu anlayışı değiştiren tek liderdir.

“Atatürk’ten önce Türkler başka devletler de kurdular. Kurulan devletlerin isimlerine bakın, devleti kuran şahıs veya aile ile devletin adı aynıdır. Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklu devleti, Babür devleti. Hangisini sayarsan say. Atatürk de kurduğu devlete Atatürk Devleti deseydi, hiç de geleneklere aykırı olmazdı.” (Ferruh Bozbeyli, Yalnız Demokrat, Timaş Yayınları, İstanbul 2009, s. 282) Osmanlı Devleti 620 yıldır saltanata dayalı yönetiliyordu. Halk saltanat ve hilafete dayanan yönetim anlayışını benimsemiş ve içselleştirmişti. Saltanat ve hilafete dayanan yönetim anlayışını, bir yönetim kültürüne dönüşmüştü.

Kurtuluş Savaşı bittiğinde Mustafa Kemal, tek egemen güçtü. Her istediğini yapacak ve yaptıracak güce sahipti. İsteseydi kendi adıyla bir Türk devlet kurabilirdi. Kendisini padişah, kral, şah ilan edebilirdi. 620 yıl padişahlıkla yönetilmiş olan halk, bunu hem yadırgamazdı ve hem de buna hazırdı.

Ayrıca da; 1923 yılında Avrupa ve Asya’nın, önde gelen ülkeleri diktatörlüklerle yönetiliyorlardı. İngiltere Krallıkla yönetiliyordu. Almanya'da faşist Hitler, İspanya'da faşist Franko, İtalya'da faşist Mussolini, Portekiz’de diktatör Salazar iktidardaydı. Fransa ve Yunanistan, askerler tarafından yönetiliyordu. Doğu’da Afganistan krallıkla, İran Şahlıkla yönetiliyordu. Kuzeyde Sovyetler birliği proleter diktatörlükle yönetiliyordu. Dünyada halk egemenliğine dayanan yönetim, neredeyse yok gibiydi.

Bu durum dikkate alındığında Atatürk’ün kendisini padişah ya da kral ilan etmesi, diktatör olması dünyada da yadırganmazdı. Kısacası Atatürk’ün kendisini padişah ilan etmesinin, diktatörlüğe dayanan bir yönetim kurmasının önünde hiçbir engel yoktu.

Fakat Mustafa Kemal, tarihte o güne kadar örneğine rastlanmayan bir liderlik örneği sergiledi. Kendi adıyla bir devlet kurmadı.

Diktatör olma, padişah, kral ya da şah olma peşinde koşmadı.

Kendisini yüceltmenin değil halkını yüceltmenin peşinde koştu.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedi.

Yurttaşlık esasına ve halk egemenliğine dayanan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.

Siyasal sistem, tek parti anlayışına dayalı oluşturuldu.

Tek partililiğe doktriner bir nitelik vermek ve bir anayasa ilkesine dönüştürmek olanağına sahip olduğu halde, tek partililiğe doktriner bir işleyişe dönüştürmedi.

Başlangıçta, demokrasiyi değil, toplumun modernleşmesi öncelikli sorun olarak düşünüldü. Bu bağlamda bugünkü anlamda demokrasiyi öncelikli bir sorun olarak görülmemiştir iddiası kısmen doğrudur. Ancak yasaklayıcı da olunmamıştır. 1924-1930 arasında iki parti kurulmuştur. Ancak bu partiler, dini siyasete alet edince kapatılmak zorunda kalınmıştır.

Atatürk’ün başkanlığında tek parti anlayışına dayanan siyasal sistemle, yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen devrimlerle, Batı Avrupa’nın büyük bir aydınlanma, çağdaşlaşma, sanayileşme ve kentleşme süreci yaşayarak, çok kan dökerek ve çok bedeller ödeyerek 300 yıla yakın bir zamanda yaşama geçirdiği toplumsal, ekonomik, sosyal ve siyasal dönüşümler, 6 yıl gibi kısa bir sürede, kan dökülmeden, bedeller ödenmeden yaşama geçirilmiştir. Mecliste çıkarılan kanunlar ve bu kanunlarla yapılan devrimlerle Türkiye Cumhuriyeti, çağdaş kurumlarla donatılmıştır. Dünyanın çağdaş ve saygın ülkeleri arasında, onurlu yerini almıştır.

Dünyanın önde gelen Fransız sosyal ve siyaset bilimcisi Maurice Duverger,

Dünyaca ünlü İngiliz tarihçisi, Arnold Joseph Toynbee,

Türk tarihçiler Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Suna Kili, Prof. Dr. İlber Ortaylı,

Rusyan’nın önde gelen tarihçisi, Moskova Devlet Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mihail Meyer,

ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Kentucky Üniversitesi Psikiyatri Profesörü ve dünyanın önde gelen araştırmacısı Dr. Arnold Ludwig ve ekibi,

Birleşmiş Milletler Bilim Eğitim ve Kültür Kurumu (UNESCO) başta olmak üzere, Batılısıyla Doğulusuyla dünyanın önde gelen tarihçileri, sosyal ve siyasal bilimcileri, Atatürk’ün liderliğinin ve düşünce sistematiğinin:

- Akla ve bilime dayandığını,

- İnsan “odaklı olduğunu,

- insanı “önemsediğini,

- yüceltmeyi” amaçladığını,

- Yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen devrimler ve devrimlerle yaşam geçirilen çağdaşlaşma modelinin akla ve bilime dayandığını,

- Atatürk’ün, renk, dil, din, ırk ayırımı yapmadan insanlara beceri ve yeteneklerine göre yükselme fırsatı sunduğu,

-Bu yönleriyle de Atatürk’ün liderliğinin ve düşünce sistematiğinin evrensel olduğunu,

- Örnek alınacak ve örnek gösterilecek bir sistem ve model olduğunu, söylüyorlar.

NOT: İsteyenlere bu alandaki bütün kaynakları gönderebilirim.