Züğürt ağa filmini izlemeyen yoktur herhalde! ŞENER ŞEN’in ağa iken düştüğü trajikomik durumu, sonrasında şehirdeki yaşama adapte olma sıkıntıları anlatır! Şener Şen’in etrafındaki dalkavuklar, nihayetinde AĞA’yı beş kuruşa muhtaç hale getirir. AĞA’nın yaşam mücadelesi için gösterdiği çaba hep hüsranla son bulur. Çalışır, çabalar ama sanki hep görünmez bir el onu hüsrana uğratır. Velhasılı kelam yanındaki kahyaya dönüp : “Git kendini kurtar. Benim elimden iş gelmez. Sen her şeyi yaparsın! Benim yüzümden sende rezil olma var git aileni kurtar” der. Filmin konumuzla örtüşen bir yanı, toplumsal bir gerçekliği yüzümüze vurur! Ekonomik olarak aşağıdan yukarıya doğru gidiş olumlu sonuçlar verir yaşam standardı olarak. Ama ağa örneğindeki gibi yukarıdan inişler, hayata adapta olma noktasında, bir çok sıkıntıyı ortaya çıkarır!
Adıyaman’ın gelinen noktada gelişmişlik düzeyi açısından AĞA’nın düştüğü duruma düşmesi düşünülebilir mi? Sosyolojik olarak net şekilde hayır! Adıyaman hiç rahat etmedi. Beceriksiz yönetici ve idareciler yüzünden ırgatlığa talim, her şeye kader yazgı deyip boyun eğdi! Bir üst yaşam standardın hayatına neler katacağını hesap etmeyen, ağızları kapatılıp çubukla kulakları iyice açılan bireylere dönüştürüldü. Sadece duymaya programlı, en küçük bir hizmeti lütufmuş gibi algılayacak çaresiz yığınlar olarak görüldü. Hala ahlaksızlığın dip noktası sayılacak yol yaptık, su getirdik gibi devletin basit hizmetlerinin Adıyaman da hala çok önemsenir olması manidar! Yaşam standardı 40 yıl önce ile kıyaslandığında önceden kuyudan su içerdik. Şimdi evimizde musluklardan akıyor. Padişahımız sen çok yaşa noktasında olan birine hangi realiteyi anlatacaksın! İnsanlar hakikaten güdümlü füze olmuş durumda! Yerleşik yanlışlar, halka o kadar doğru geliyor ki kendi meşrebine uygun siyasetçinin her söylediği birer anayasa, hatta tabiri caizse ilahi bir mesaj! O namaz kılıyor, ondan zarar gelmez düşüncesi hafızalara o kadar kazınıp gömülmüş ki bin defa Fatiha okusan “ÖLÜ” olduğunu anlamaz!
Belki de eğitim yada ekonomik bir çok sebep vardır Adıyaman’ın şu kötü kaderine sebep. ŞENER ŞEN domates diye ilk bağırdığında binalardan inen sepetleri gördükçe sesi yükselmeye başlar hani! Belki de Adıyaman da tek eksik kelebek etkisi yaratacak sadece bir kıpırdama ! Değişmez kaderlerine en küçük bir itiraz özgüven duvarlarını yükseltecek siyasetçiyim diye Adıyaman’ı cehaletine esir eden dunning kruger sendromluların boyunu geçip, yarı tanrılaştırılmış insanları tarihin karanlığına gömmesini sağlayacaktır. Kolay değil tabi bu! Eğitim seviyesinin çok düşük olduğu yerlerde, kravat takanın kutsandığı, iki kelimeyi şivesiz konuştuğunda “yahu adam tam bir profesör” dendiği şu hazin süreçte damarlarına kadar siyasi yalanlara bulananlara bazı şeyleri anlatmak hakikaten zor!
Farklı ırkları asimilasyon olayı vardır hani! Herkesi aynı renklere boyamak isteyen, beyinsiz, duygusuz robotların uyguladıkları salak salak tezler! Adıyaman’ın en büyük sorunu bunun gibi bir şey! İtiraz edecek yeterliliğe ulaşılması önündeki düşünce asimilasyonları! Sürekli aynı modda tutma gayretleri. Ellerini açıp, siyasetçilere dua edip şükredecek acziyette tutma merasimleri...
Adıyaman dini bütün partilere oy verdiğini düşünüp, cennetin kapısında kendisine kiralanan odayı hayal edip, kafası güzel şekilde bir hayal aleminde! Kuran’ı Kerim de bir çok ayetin sonunda “ Ne kadar az düşünüyorsunuz” der. Evet Adıyaman artık düşünmeye başlamalı! Düşüncemelerine engel olan sosyolojik stratejilerin farkına varıp, varlığına uygulanan asimilasyonları artık görmeli!
Sanayileşmemiş, eğitimi Allah’a emanet, sağlığı çevre illere sevk etme bürosuna dönmüş, ilçeleri berbat, köyleri pislik içinde olan Türkiye’de kaç il var! Kadının toplumsal hayata katılımı sıfır olan başka bir var mı? Özgüveni yerle bir edilmiş, şükürcü robotlara dönüştürülmüş başka insanlar var mı ? Öğretilmiş çaresizlik psikolojisiyle tarümar edilmiş zihinlerin geldiğimiz şu noktadan sonra farklı düşünmeyi isteyeceği koşulları sağlayacak bir muhalafet var mı şu Adıyaman’da? Hangi kapıyı çalmalı Adıyaman? Hiç yaşamadan ırgatlık mı yapmalı hep? Hiç mi dünya gözüyle kendi düşüncelerinin ağası olamaz ! Galiba Adıyaman yaşamak istiyorsa önce ölmeli.
Adıyaman da karar verici kim varsa; iktidarı, muhalefeti, atanmışı seçilmişi hepsinin yaptığı tek şey: SORUNLARI YERİNDE İNCELEMEK ! Bin defa o sorun başınıza düşse, gözünüze de sokulsa, değişmez yazgının figüranları olarak sizden asla bir beklenti olmamalı! liyakat yerine, dunning kruger sendromuyla ortaya atılıp Adıyaman’a kaybettirmekten başka yaptığınız hiç bir şey olmadı. ŞENER ŞEN filmin sonunda en çok sevdiği çiğ köfte ile yeni bir sayfa açar. ADIYAMAN eğer kölelikten ırgatlıktan sosyolojik olarak hayatına ağalık statüsü kazandırmak istiyorsa önce verdiği oyun nereye gittiğini hesap etmesi lazım! Zira oyu çiğ köfte olarak düşünürsek sadece ağız yakmakla kalmaz! Züğürdün çenesi artık kendisi için yorulmalı ! At gözlüğünü çıkarıp neyin yutturulduğunu görmeli!
Hayatının hiç bir döneminde toplumsal rahatlık yüzü görmeyen Adıyaman, sosyolojik olarak hep aynı girdap içinde döndüğü için, asla AĞA’ın durumuna düşmeyecektir. Yukarıdan aşağıya düşmüş değildir. Sosyolojik gelişmişlik içinde en dipte yaşadığı için “ŞÜKÜRCÜ” olmakla yetinecektir. Allah elimizdekileri almasın! Allah bu günümüzden geri koymasın! Bu iki cümle kanıt değil midir şu Adıyaman’ın kara yazgısına! Her şey ALLAH’a havale edilmiş değil midir? Son duayı ben ekleyeyim! Allah bu memleketi beceriksiz, menfaat dinazorların elinden kurtarsın! Allah bu yöneticileri elimizden alsın!
ŞENER ŞEN ulan benim oyum nereye gitti diyor ya! şimdi sen düşün OYUN nerde?
DİPNOT:
Çok uzun yıllar önce çok uzak beldelerin birinde, savurganlığı ve lükse olan düşkünlüğü ile nam yapmış bir padişah yaşarmış. Ülkeyi kendi malı sanar, har vurup harman savurur, halka zulüm etmekten zevk alır, ağır vergiler ile halkı canından bezdirirmiş. Gel zaman git zaman, hazıra dayanmayan dağlar tükenmiş ve ülkenin hazinesi halka bir tek kuruş dahi harcanmadan tükenip gitmiş. Padişahın her işini kendisine danıştığı veziri yanına gelip hazinenin durumunu anlatır ve bir hal çare bulunması gerektiğini söyler. Padişah vezirine; “Yarından itibaren vergileri iki katına çıkarın” der, vezir; “aman efendim halkın zaten canı burnunda, vergiler de yeterince ağır, daha fazla ağırlaştıramayız, aksi halde halk ayaklanır.” Padişah, sen beni dinle der. Vezir emri uygular ve halktan en ufak bir tepki almaz. Bir hafta geçmeden vezir yeniden padişahın yanına gelerek şaşkınlıkla halkın tepkisiz olduğunu ve hazinenin toparlanmaya başladığını söyler. Padişah kendinden emin bir şekilde isyan eden falan yok değil mi der, vezir hayır deyince, padişah yarından tezi yok şehrin ortasında ki köprünün girişine asker koyun her geçenden 10 lira para alsın. Vezir aman efendim halkın tamamı o köprüden her gün geçiyor böyle yaparsak isyan çıkar der ama emir demiri keser her zamanki gibi. Yine bir hafta geçmeden vezir şaşkınlıkla durumu aynısı gibi özetler ve hazinenin ağzına kadar dolduğunu söyler.

Padişah yarından itibaren köprünün diğer başına da asker koyun girişte 10 lira veren herkesten çıkışta da 10 lira alsınlar. Vezir şaşkın ve korkuludur, zira halk ayaklanacaktır ona göre ve padişahın, ihtiyaçları olmadığı halde neden böyle yaptığına anlam veremez ama emir bu yine keser demiri. Kısa bir süre sonra aynı muhabbet, bu kez halkın tepkisizliğine padişah da şaşırır ve sinirlenerek yarından itibaren köprünün ortasına asker koyun giren para versin ortada askerler 10’ar tokat atsın ve çıkışta tekrar 10 lira versin der. Bu kez vezir halkın canına kastetmenin sonunun kötü olacağını söyler ama nafile. Yine bir hafta geçmeden halktan bir tepki gelmediğini gören padişah şaşkın ve bir o kadar da sinirli bir şekilde tüm şehri toplar ve onlara yaptıklarını özetledikten sonra, “Şimdi bu yaptıklarıma bir şey diyebilecek kimse yok mu?” diye sorar. Halkta çıt yok, yalnız arkalardan cılız bir ses “Padişahım şehrin ortasındaki köprü var ya, ee der padişah, o köprüde askerler var ya, ee der padişah, köprünün ortasında da askerler var ya, padişah karşı çıkacak diye beklerken, o cılız sesin sahibi; Padişahım hepimiz her gün işe gidiyoruz akşam yorgun dönüyoruz evlerimize, o köprünün ortasındaki askerlerin sayısını artırsanız da, tokat yerken akşamları çok sıra beklemesek… ADIYAMAN HER GÜN TOKAT YEDİĞİNİN FARKINDA MI?