Bir eğitimci olarak 23 Eylül 2005 tarihinde, Anadolu’nun güzel ve orta ölçekli bir iline Sosyal Hizmetler İl Müdürü olarak atanmıştım. Görev yapacağım il müdürlüğünün asli görevi dezavantajlı gruplara devlet adına, etkin ve verimli hizmet götürmekti ve memnuniyetle insan odaklı güzel çalışmalar yaptık. Bu gruplardan biri de engellilerdi.

Dünyada engelli nüfusu, toplam nüfusun yaklaşık %13’ü kadar olduğu Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından belirtilmektedir. Ülkemizde ise 2017 yılı verilerine göre 3,5 milyon kadın ve 3,7 milyon erkek olmak üzere toplam 7,2 milyon çeşitli engeli olan bireyin olduğu bilinmektedir. Bu oranın %8,4 görme engelli, %5,9 işitme engelli, %0.2 dil ve konuşma engelli, %8,8 ortopedik engelli, %29,8 zihinsel engelli, %3,9 ruhsal engelli, %25,6 süreğen hastalıklardan dolayı engelli ve %18 diğer olmak üzere gruplara ayrılmaktadır (Hulusi Armağan Yıldırım’ın sunumundan alıntılanmıştır). Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Genel Başkanı Yusuf Çelebi’ye göre ise nüfusumuzun % 12,29’u engellidir.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, bakıma ve desteğe ihtiyaç duyan engellilere yönelik kendi aile ortamlarında sevgi ve şefkat ile bakılmalarına öncelik vermektedir. Bu nedenle engellilerin yaşamlarını evlerinden ve sosyal çevrelerinden ayrılmadan sürdürebilecekleri sosyal destek hizmetleri sunulmaktadır. Bunlar: Evde Bakım Hizmetleri, Evde Bakıma Destek Hizmetleri, Geçici ve Misafir Bakım Hizmetleri, Gündüzlü Bakım Hizmetleri, Yatılı Bakım Hizmetleri, Toplum Destekli Hizmetler ve Özel Bakım Merkezi Hizmetleri’nden oluşmaktadır. Bakanlık, aile yanında bakıma muhtaç her bir engelli için bir asgari ücretin yaklaşık 2/3’ü kadar aylık ödeme yapılarak engelli hizmetleri bakımından Cumhuriyet Tarihimizin en kapsamlı ve sosyal düzenlemesi yapıldığını söylemek mümkündür. Zira toplumun önemli bir kesimi için engellilik utanılacak bir durumdu ve utanç duyuluyordu! Bu düzenlemeyle yapılan doğrudan destekler sosyal devlet ilkesini, iliklerine kadar hissettiren bir düzenlemedir ve devrim niteliğindedir. Kanaatimce buna emek veren herkes ilelebet manevi kazanç defteri sahibi olmuşlardır.

Kamunun devlet kaynakları ile yaptığı düzenleme ve destekler önemli olmakla birlikte sivil toplum kuruluşlarının (STK) rolü, lobicilik faaliyetleriyle sorunu ilgili yerlere anlatma ve bizzat yaşayanlar olarak soruna ilişkin çözüm önerileri sunmaları çok değerlidir ve gereklidir. Engellilerle ilgili gelişme ve düzenlemelerde kuşkusuz çok sayıda STK ve yöneticileri ile mensuplarının emeği bulunmaktadır. Kişiliği, duruşu, etkin iletişim yöntemlerini kullanmadaki mahareti, lider yöneticilik kabiliyeti ve ekip çalışmasına verdiği değer ile engelliler için gösterdiği çaba, bu yola adeta bir ömür adayan ve pek çok meziyeti üzerinde barındıran Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Genel Başkanı Yusuf Çelebi’yi rol model olarak aktarmak ve tanıtmak istiyorum.

Çelebi, görme engelli biridir. Ancak zekâsı ve analitik yorumlama becerisi ile görenlerden kanaatimce daha iyi görmektedir. Hacettepe Üniversitesi Büro Yönetimi, Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans mezunudur. Engellilerle ilgili çok sayıda STK kuruculuğu veya yönetimlerinde aktif görevlerde yer almış. Uyguladığı ve halen yürüttüğü onlarca projesi bulunmaktadır. Ortak noktamız çok olmakla birlikte sorunların eğitimle ve bilinçlendirme ile aşılacağına olan inanç ve bu konuda kat ettiği mesafe gurur duyulacak boyuttadır. Projelerinden bazı örnekler şöyledir; Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Eğitim Merkezinin Kurulması ve Faaliyetleri, Ses Kayıt Stüdyosu, Sesli Kütüphane, Braille (Kabartama) Yazı Basım Ünitesi, Radyo Programcılığı ve Spikerlik, Her Görmeyene Beyaz Baston, Asıl Engel Sevmemek! Üretmemektir Projesi, Mesleki Eğitimler ve daha onlarca proje ve faaliyeti bulunmaktadır.

Türkiye’de ilk kez 2014 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından “Engelliler Daire Başkanlığı” kurulmuş ve başkanlığına da bu alana ömrünü adayan Yusuf Çelebi getirilmiştir. STK görevinin yanı sıra kamudaki görevinde de çok sayıda projeye imza atmış ve halen devam etmektedir. Çelebi’nin “Körler Rüya Görür mü?” adlı yazısı herkes için ibretlik dersler barındırdığından bir bölümünü olduğu gibi paylaşmak istiyorum.

“Görme engelli insanların dünyası ile ilgili toplumsal merakımız vardır. Gençken yakın bir arkadaşım, biraz da çekingen bir ifadeyle rüya görüp görmediğimi sordu. Yadırgamadım ve tebessümle cevap verdim. “Her insan rüya görür. Her insanın sağlıklı duyu organları sayesinde geliştirdiği bir iç dünyası vardır. Görme engelliler de duyarak, koklayarak, dokunarak, tadarak, hissederek ve kısmen de olsa diğer insanların tarifleri ile kendi içlerinde bir dünya kurarlar. Rüyaları da bildikleri, algıladıkları, kurguladıkları o dünya üzerinedir. Rüyalarımızın, hayallerimizin sınırı beynimizin algıladığı kadardır. Bu tespit sanırım tüm insanlar için geçerlidir.

Hiç su sesi duymamış işitme engelli bir bireyin rüyaları, belki de sessizdir ama rüyasında bir yağmuru veya bir çağlayanı görebilir. Bir görme engelli gerçek renkleri bilmeyebilir ama rüyasında kuş cıvıltılarının, rüzgârda sallanan ağaç yapraklarının hışırtısında, çağlayan bir ırmak kenarının yamacında, iri gövdeli bir söğüt ağacının serinliğinde, sırtını çimlere verip, dostlarla koyu, demli bir bardak çayın kokusu ve tadında neşeli bir sohbete dalabilir. Dikkat ettiyseniz rüya kurgusunda hiç renk yoktu ama doğanın ahenkli sesi, dost muhabbeti ile çimenler demli çayın kokusuyla harmanlandı ve keyifli, neşeli kahkahalara dönüştü.

Dünyayı sessiz veya renksiz algılamak belki ciddi bir eksiklik ama gördüğü, duyduğu, koşabildiği, dokunabildiği, tadabildiği, hissedebildiği halde algılayamamak, bilememek, farkında olmamak çok daha kötü bir özür değil mi?

İnsanın en büyük kazancı doğumdan ölüme kendini eğitip, geliştirmesidir. Bu nedenle öğrenmenin yaşı yoktur denir. Bu da yetmez içinizde kurguladığınız dünyanın kapıları herkese açıksa, paylaşabiliyor ve bölüşebiliyorsanız, insanların barış, huzur ve mutluluğundan mutluluk çıkarabiliyorsanız, hayatınızın, kurguladığınız dünyanın, insanlığın erdemi adına bir değeri vardır.

Bugün hala savaşlar, kazalar, hastalıklar, yoksulluk, açlık ve susuzluk nedeniyle her an, her dakika insanlar ölüyor, sakat kalıyorsa binlerce yılın acı deneyimlerinden ders alınmamış demektir. Dolayısıyla ister sağlıklı olalım, ister engelli 21. Yüzyılda da olsak hepimiz sesli ya da sessiz, renkli ya da renksiz kâbuslarla ve kan-ter içerisinde uyanabiliriz.

Özürlü bireyler açısından kâbuslar uyandıktan sonra günlük hayatlarında da ne yazık ki sürmeye devam ediyor. Sağlıklı insanların aç gözlülükleri ile basitliğinden özürlüler sokak ve caddelerde yürüyemiyor, işyerlerinde rahat ve huzurlu çalışamıyorlar. Yetmezmiş gibi hayatın pek çok alanında ayrımcılığa uğruyor ve dışlanıyorlar. Bu tablo bilinenin aksine bizi yıldıracağına daha dirençli ve mücadeleci kılmaktadır. Sabırla ve kararlılıkla sorunların üzerine gidiyoruz. Amacımız, herkes için ulaşılabilir, erişilebilir özgür bir dünya kurmaktır. İşte bu nedenle bizim rüyalarımızda savaşlara, yıkımlara, barut kokularına, yokluğa ve yoksulluğa yer yoktur. Bizim rüyalarımızda çocukların üzerine bomba atmak yerine, özürlü ya da sağlıklı bütün çocukların koşup oynayabilecekleri, şeker de yiyebilecekleri engelsiz bir dünya bulunmaktadır.

Şimdi başa dönelim. Arkadaşım rüya görüp görmediğimi sormuştu. Evet, rüya görüyorum. İnsanların mutlu olduğu, eşit, engelsiz, barış içerisinde bir dünyanın rüyasını ve sabahları tebessüm ederek kalkıyorum yattığım yerden”…

Bu satırları düşünüp kaleme alan ve hayatına uygulayan ender ve örnek bir kişiyi tüm engellileri ve engelleri temsilen anlatmaya çalıştım. Çalışma hayatı ve özelde mobbing uzmanı olarak engellilerin sağlıklı bireylerden daha farklı ve ağır sorunlar yaşadıklarını biliyorum. Çelebi’nin bir projeye adını verdiği “Asıl Engel Sevmemek, Üretmemektir Projesi” ile devletimizin engellilere pozitif ayrımcılık ile istihdam desteği sağlaması çok değerlidir. Engelliler, emekleri ve alın terleriyle yaşamlarını sürdürmek ve aynı zamanda insanları sevmek ile ülkemiz için üretmek istiyorlar. Empati bile yapamayan kimi yönetici ve çalışanın onları dışlaması, hor görmesi, ayrımcılığa tabi tutması, engeli nedeniyle yapamayacağı-üretemeyeceği işler verilerek yıldırılmaları (mobbinge maruz bırakılmaları ve diğer uygulamalar) yasal olarak suç olmakla birlikte insan için de utançların en büyüklerinden biridir. Oysa her sağlıklı bireyin her an bir engelli olabileceği unutulmamalıdır! İş kazaları, trafik kazaları, terör saldırıları, sel, deprem, yangın gibi doğal afetler, savaşlar vb. her an kapımızı çalabilir. Yaşayanın bizzat hissettikleri kadar olmasa da empati lütfen!

İsmail AKGÜN

Eğitimci-Yazar, Mobbing Bilirkişisi

Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği (MEYAD)

Genel Başkanı

[email protected]