Ne olduğumuza ya da ne olacağımıza bir türlü karar veremiyoruz.

Tavan ile taban arasında inanılmaz bir uçurum var. Semboller ve kavramlar arasında kararsız, tutarsız ve dengesiz dolanıp duruyoruz. Ne olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi bilmiyoruz. Birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz.

Kimimiz elit geçiniyor, kimimiz varoşlarda kaybolup gidiyoruz. Aradaki çizgi inanılmaz derecede kalınlaşmakta.

Her geçen gün çizginin altı ve üstü arasındaki set gittikçe yükselmekte. Birbirimizi görmekte zorlanıyoruz. Yüksektekiler kendisini dev aynasında, alçaktakiler kendisini değersiz  bir sinek gibi küçük, ezilmiş ve horlanmış görüyor.

Tepeden bakanlar, her türlü  konuşmaları kendilerine birer hak  gibi görüyorlar. Belki o insanların paralarıyla, hizmetleriyle, dualarıyla o seviyelere gelmişlerdir. Ama bir süre sonra ne hikmetse hep unutuveriyorlar.Dengesiz, tutarsız ve patavatsız konuşuyorlar. Bu türden bir yükselişi  kendilerine katma bir değer görüyorlar.

Belli bir seviyeyi yakalamış gibi görünen insanlar  alttakilere her türlü  söylemlerle aşağılamakta ve  nereden nereye geldiklerini hesap edememektedirler.

Dindarene bir hayat tarzını seçmiş olanlarla,  din dışı bir hayat tarzını seçmiş olanlar, karşı karşıya gelmekte veya getirilmektedirler.Kimi lâik, kimisi anti lâik diye adlandırılmaktadırlar. Herkes kendine göre bir tarifle;  lâik veya anti lâik olarak yaşamaktadır. Asgari müştereklerde  tam bir anlaşmaya varamamaktadırlar.

Sözde; içki, sigara içmeyi, kumar oynamayı ve diğer bütün zararlı alışkanlıkları, kimisi dertten, kimisi zevkten içtiklerini/oynadıklarını/yaptıklarını iddia etmektedir.

Toplum ve kişilerin sosyal yaşantısına zararlı olabilecek her türlü alışkanlıklar, eğer müşterek bir kararla yapılmaması istenmiş, kamu vicdanında olumlu bir kanaat oluşmuşsa  bunları belli bir kalıba sokup, bazı etnik fikir ve düşüncelerle  farklı gruplara mal etmenin haklı bir tarafı olamaz. Olmaması da gerekir.

Birbirimizi yapılanlarla sorgulamayıp, kişi hak ve özgürlüklerine saygılı olup, kişilerin  tercihi  olabilen özgür ve hür iradesiyle yapılmasına karar verdiği yaptırımlara  hoşgörü ve tevazu içerisinde yaklaşmalıyız.

İnsanca yaşamanın gereği olan sembol ve kavramlara içerisine aşırı gömülmeden, değerleri önemseyerek içiçe yaşamanın hazzı ve mutluluğunu tatmalıyız. Bu zengin mozaiğin  renklerini doyasıya yaşamalıyız.

Ne olduğumuza, nasıl olduğumuza ve ne yapmamız gerektiğine bir an önce karar vermeliyiz. Her geçen gün faniliğimizde olan zarardandır, unutmayalım!

İnsanlar hayat biçimleri gereği bazı alışkanlıklardan vazgeçmeyebilir. Olağandır. Ancak bunu bir ideololjik bir kargaşaya dönüştürmeden, kavram ve sembol olarak benimsediklerinin sonucu ve topluma katkısı önemlidir. Örneğin; içki içen kişi bunu bir yaşam biçimi olarak addedebilir. Ancak buna bir keyif aracı olarak görmek yerine; toplumsal katkısı, dini inançlar gereği ve sağlık gerekçeli olarak karşı çıkılması gerekir.

Artık karar vermeliyiz.

Ne olduğumuza, ne yaptığımıza, sebep olduklarımıza, neler kazanıp, neler kaybettiğimize...

Çözümler sembollar ve kavramlar üzerinde değil de; bunların sebep olduğu,, somut olarak temsil ettiği karşılıklar üzerinden değerlendirmeliyiz. Ancak o zaman çözümler ve yaklaşımlar daha kolaylaşır.

Artık karar vermeliyiz.

Kime, neye karşı, nasıl davranacağımıza, globalleşen  dünyada tavan ile taban arasındaki uçurumun  kapatılmasına ve toplum menfaatine olacak şekilde muhakeme ve muhasebe yaparak, idrak edebilmeliyiz.

Sen/ben, şucu/bucu gibi kavramların peşine düşmeden birlik ve beraberlik ruhu içerisinde yaşamaya artık karar vermeliyiz.

Artık karar vermeliyiz.