Hiç kimse haksız olduğunu kabul etmez, kabullenmez. En azılı bir hırsıza, en acımasız bir katile de sorsanız, kendisini haklı gösterecek bir takım sebepler ortaya atacaktır.

Herkes yaptığının iyi ve doğru olduğunu düşünür. Gasp, terör, çete ve mafya... gibi işlerle ilgilenenlere de sorsanız, kendince haklı sebepler ileriye sürer. Ekmek parası, ailesinin nafakası için çalışıp çabaladığını söyler.

Canciğer olan dostlar, an geliyor azılı birer düşman haline geliyorlar. Birbirlerini öldürecek kadar düşman olanlar, an geliyor ki; şahsi menfaatler ve ortak müşterekler için canciğer dost olmaktadırlar.Aynı müşterekler etrafında toplanabiliyorlar.

Yani insanlara bir haller oluyor.Olaylara bakış ve değer yargıları değişti. İnsanların yaşam standartları gereğince izledikleri ve yürüdükleri dosdoğru bir yol, sapmadıkları, ödün vermedikleri bir çizgisi olmalıdır. Nedense, gördüklerimiz hep mevcut çizgilerinde yalpalar yaparak, körü körüne bir takım yollara sapmaktadırlar. “Ben yapıyorsam doğrudur”, ya da “Benim yaptıklarım doğrudur” mantığıyla hareket ederek kişiliklerinden ödün vererek, dürüstlük zaafiyeti yaşamaktadırlar. Sevmediği insanlar hakkında atıp tutarken, menfaatler söz konusu olduğunda tüm olumsuzlukları bir kenara bırakarak, neyi, nasıl, ne şekilde elde edebilirimin hesabını yapmaktadırlar. Oysa ki insanoğlu, idealllerinin olması ve bu ideallere ulaşma yolunda insani gereklerinden ödün vermemesi gerekir. Yoksa insan olmanın ne anlamı kalır ki. Beş kuruşluk dünya menfaati için, renkten renge girmek, özellikle doğruluk, dürüstlük, erdemlilik ve inanç boyutunda insanı değerlendirdiğiniz zaman, kişiliğini satmaması, mensubu olduğu çizgisinden ödün vermemesi gerekir. Ama şöyle etrafımıza baktığınız zaman bu türden görüş, düşünce ve zihniyete mensup olan bir çok zevata rastlamak mümkündür.

İnsan inandıkları uğruna, sahip olduğu erdem ve meziyetler adına, ikiyüzlülük ve riyakarlık yapmamalıdır..Büyük hedeflere ulaşmak adına küçük menfaatler peşinde koşmamalıdır.Gün gelir bu küçük menfaatler başımıza çok büyük işler açabilir. Bugün sahte dost görünenler, yarın azılı bir düşman haline gelebilirler.Birilerine yaranabilmek ve menfaat elde edebilmek için küçük ama tehlikeli hesaplar peşinde koşmamak gerekir.

Kötüyü yererken kötülük yapanlar, iyiliği överken, yapmaktan çekinenler, dürüstlüğü savunurken dürüst olmayanlar, namuslu ve şerefli görünüp de; şerefsizlik yapanlara her yerde rastlamak mümkündür. Şaşırmaya ya da yakıştırmamaya gerek yok.Çünkü her yer, mekan ve meslekte rastlamak olağan bir durum haline gelmiştir. Çok görmemek gerek. Ama ikiyüzlü olan, küçük maddi ve nakdi menfaatler uğruna şerefini satacak duruma gelmek insana has bir özellik olmasa gerek.

Kimse paradan veya ayni yardımlardan kaçmak istemez.Tabi helâl yollardan olursa... Ancak, bu bazen öyle bir hal alıyor ki; birkaç nakti ve ayni yardımdan faydalananlar nedense bir türlü doymuyorlar. Doyuma ulaşamıyorlar. Sürekli açlar.Değirmen misali sürekli verdikçe, daha fazlasını istiyorlar. Ama unutulmamalıdır ki; günü gelir yenilenler, boğazda düğümlenip kalır. Yoksa bazı menfaatlar için, düşmanını övmeye, dostlarını yermeye ve germeye çalışmak kimsenin hakkı değildir. Birşeyler elde etmek için bir takım kişi ve kişilere saldırmamalıyız. “Köprüden geçebilmek için ayıya dayı” dememeliyiz. Zaten bu iş için dünyanın jandarmalığına soyunanlar yeteri kadar var. Bırakalım bu işi onlar yapsınlar.

Her zaman doğruluktan, dürüstlükten hak, hukuk ve adaletten yana olmak gerekmez mi? İnsani değer yargıları, vicdanı hükümler ve hukuksal pratik, dini, etik kuralları da bunları gerektirmiyor mu? Bazı menfaatler için, kendini bu kadar küçültmeye değer mi? Bence değmez. Çünkü insana lâzım olan şereftir, haysiyettir, namustur, doğruluktur, dürüstlüktür ve erdem sahibi olmaktır. Bir takım iyi-kötü, etik ve etik olmayan değer yargılarıyla bu kadar oynanmamalı. Bir takım ucuz menfaatler uğruna başkalarının maşası haline gelmemeli insan. Bir kere maşa haline geldin mi, artık ateşle oynaman kaçınılmaz olacaktır.

Başkaları hakkında bir takım olumlu-olumsuz fikir ve görüşler ileri sürerken, nelere mal olduğunu, neler kazanıp, neler kaybettiğimizi çok iyi hesaplamak gerekir.Çünkü son pişmanlık fayda etmiyor. Bukelamun gibi her renge girmek insanın mutlu olmasına yetmiyor. Yapılan herhangi bir iş hakkında kimsenin bilmediğini düşünebiliriz, ama “Yerin kulağı vardır” kabilinden inanın ki herkesin haberi olmaktadır. Çünkü hiçbir şey gizli saklı kalmaz.Yapacağınız ya da uygulayacağız bir iş hakkında bin düşünüp bir yapmalısınız. Aslolan budur. Bu vesileyle belki başkalarını anlamaktan, aldatmaktan ziyade anlamaya ve güven vermeye çalışırız.Yoksa hakkımızdaki söylentilerden kurtulamayız. Velev ki; kendimiz, çocuklarımız, akrabalarımız veya dostlarımız için olsa da başkalarına yağcılık, yalakalık ve şarlatanlık yapmamalıyız.

Yoksa ömür boyu zan altında yaşamaya devam ederiz. Bir türlü bu vesveselerden kurtulamaz, yalnızlığa mahkum oluruz.Öyle olur olmaz her yerde ve ortamda ulu orta söylemlerin hiçbir değeri ve etkinliği, inanırlığı olamaz.