İnsanı ve insana dair ne varsa, çok önemsiyorum. İşim gereği, insana ve doğaya olan sevgimden olsa gerek, çok gezen biriyim. Bu nedenle Türkiye’de göremediğim 3-5 şehir dışında hemen her yeri gezme fırsatım oldu. Yurdumuzun her tarafı adeta Cennet’ten birer parça. Üzerinde yaşadığımız coğrafya ise, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olmasından dolayı her yerinden tarih fışkırıyor!

Bazen mesafe olarak bize uzak yerleri görmek için erinmeden ziyaret ederiz. Ancak, kimi zaman da yanı başımızda olan güzellikleri ve değerleri ihmal ettiğimizin farkına varıyoruz. Bu hafta yanı başımızda yer alan muhteşem güzellikleri görmeye karar verdik.  Sessiz sedasız ve yeterince tanıtımı yapılmadığı için de bilinmeyen bir yer. Hoca Ahmet Yesevi’nin önemli talebelerinden biri de yaşamış ve bu topraklarda meftundur. Osmanlı Döneminde önemli merkezlerden ve vezir Nasuh Paşa tarafından yaptırılan önemli eserleri ile ünlü bir yer. Muhteşem iklimi ve doğası, verimli toprakları, sakin mizaçlı insanlarıve insana huzur veren bir ortamı bulunan Nallıhan’ı size anlatmak istiyorum. Günü birlik olarak da yapılabilen, gezi notlarımı ve gözlemlerimi olanca doğallığı ve yapıcı eleştirilerimle sizlere anlatmaya çalışacağım.

Teknolojinin de yardımı ile Ankara-Nallıhan arasının 170 km olduğunu ve gezilecek yerleri internetten araştırarak gerekli notlarımızı alarak yola koyulduk. Ayaş ve Beypazarı’nı önceden gördüğümüz için oyalanmadan yolumuza devam ettik. İlk durağımız, Davutoğlan bölgesinde yer alan “Nallıhan Kuş Cenneti’ni” ziyaret ettik. Sazlık, çayırlık ve sulak geniş biralanda, yaklaşık 178 çeşit kuşa ev sahipliği yaptığını tanıtım kitabesinden öğreniyoruz. Çok sayıda çeşit verengârenk kuşları görmek doyumsuz bir manzara sunuyor. Onların çıkardığı farklı ve muhteşem melodileridinlemek seratonin salgısı ile insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veriyor. Volkanik dağların kızıl ve farklı renkleri de bölgeye ayrı bir ahenk katıyor. Doğa sevenler bilirler. Bu görüntüleri ve duyguları anlatmak imkânsızdır. Görmek ve yaşamak gerekir. Bizde buraya doyamadan daha çok yer görme isteği ile ayrılarak yola koyuluyoruz. Duble yol Davutoğlan’da bitiyor. Tünel çalışması ile yolun yapılacağı iması var ise de hiçbir aktif çalışmayı ne yazık ki göremiyoruz. Yolculuğumuza gidişli-dönüşlü tek şeritten devam ediyoruz. Bu güzelliklere, bakımsız ve kalitesiz bir yol’dan devam etmek bize üzüntü veriyor. Bu durum; Nallıhan’a, Başkent Ankara’ya ve modern Türkiye’ye yakışmıyor!

Çayırhan şehir merkezi ve Juliopollis 3 tabelası ile karşılaşınca, içeriye doğru direksiyonu çeviriyoruz. Yolda bir-iki yerde tabela var ise de yönlendirme tabelaları yetersiz ve asfalt bile olmayan stabilize yoldan giderek varıyoruz. Muhteşem bir sürpriz ile karşılaşıyoruz! Büyükçe Çayırhan Gölü’nün doyumsuz ancak, tanıtımsız ve bakımsız güzelliklerini seyrediyoruz. Hemen yanı başında yer alan ve göl manzaralı Roma İmparatorluğu 2. Yüzyıldan kalma yer altı şehri ve kaya mezar kalıntı arkeolojik alanlarını geziyoruz. Her yer adeta bakir ve insan eli değmemiş gibi duruyor! Suyun huzur ve güzelliği ile tarihin muhteşemliğine doyulmazsa da daha görülecek çok yer var merakı ile oradan ayrılıyoruz.

Nallıhan’a doğru yol alırken her yerin tadını çıkartmaya çalışıyoruz. Doğa, dağlar, bitki örtüsü, verimli arazileri seyrederek yol almak doyumsuz bir keyif veriyor. Mihalıcçık yol ayrımı tabelasında “Tabduk Emre Türbesi” tabelasını görüyor ve oraya doğru yol alıyoruz. Yaklaşık 10 km sonra EmremSultan Mahallesi’ne (Köyü) varıyoruz. Mütevazı türbelerde dua ediyoruz. Bir yandan da tarihi derinliklere dalıp Anadolu’nun hangi ruh ve fedakârlıklarla fetih edildiğini düşünüp anlamaya çalışıyoruz. Tabduk Emre, Hoca Ahmet Yesevi’nin talebesi ve müridi olup 13. Yüzyılda yaşamıştır. Alperenleri ile birlikte Anadolu' da Türk kültürünün temelini atan ve inançta birliği sağlayan devrin manevi büyüklerindendir. Müritlerini kendisine değil, Allah’a kul anlayışı ile ve kasaları doldurma anlayışından uzak bir ruh ile başarmanın ve saygıyla anılmanın hakkını yaşıyorlar. Sultan Emrem, etrafı dağlarla kaplı, iklimi yumuşak, insanı munis bir köy. Mezarlık civarında yöresel doğal sebze ve meyvelerini satan gönlü bol insanlardan alış veriş yaparken pazarlık yapma saygısızlığından da özellikle uzak duruyoruz. Emine hanım ve diğer köylüler, her gelene de ikramda bulunmaya çalışıyorlar. Herkesi güler yüzle ve olanca doğallığı ile gönüllü olarak karşılıyorlar. Emine hanım, Orman Bakanlığı’ndan emekli ve yazları köyünde çiftçilik yapıyor. Bizi bahçesine davet ederek dalından ahlat ikram ediyor. Duygulanıyoruz. Bir-iki ahlat (yaban armudu) ağacı var.Ağaçta az sayıda meyve olmasına rağmen bunları da bize zevkle ikram etmesi, Anadolu insanının gönlünün yüceliğini gösteriyor. Bu durum, geleceğe dair umutlarımızı büyütmeye devam ediyor. Vedalaşarak yola devam ediyoruz.

Nallıhan şehir merkezine girdiğimizde bizi tarihi Nasuh Paşa Camii karşılıyor. Cami, Osmanlı Vezirlerinden Nasuh Paşa tarafından 1599 yılında yapılıyor. 1911 yılında tekrar restore ve imar görüyor. Bu arada çok acıktığımızı anlıyoruz. Yöresel yemek için yer ararken, Nasuh Paşa tarafından yaptırılan Kocahan’ı tarif ediyorlar. İnsanlar çok nazik ve yardımsever. Bizzat yol göstererek, yer ve seçenek sunuyorlar. Kocahan içerisinde yöresel yemek yapan emekli öğretmen Hamide Korkmaz hocanın işlettiği mekânı tercih ediyoruz. “Bacım Sultan Yöresel Mantı, Börek, Baklava” Kocahan içerisinde yan yana iki dükkân ve avludaki masalardan oluşan mütevazı, temizliğe ve yöresel lezzete önem veren bir yer. Öğretmenler mesleği gereği de insan sevgisi ile yaşarlar ve hizmet ederler. Hamide hoca, bunu işine de yansıtmış. Nallıhan kapama etli pilav, semizotlu cacık, yöresel doğal sebzelerden salata ve baklava menüsünü afiyetle yiyoruz.  Hoca hanımın baklava yarışmasında Ankara birincisi olduğunu, sohbet ederken öğreniyoruz ve yediğimizle yetinmeyip paket de yaptırıyoruz. Çay ve kahve ikramı ile Nallıhan’ı gezmeye koyuluyoruz. Sakin cadde ve sokaklar, insan zevkine hitap eden sade ve şık dükkânlar, şehir meydanında ürettiklerini satan kadın ve erkek satıcılar, çeşitli yerlerde oturma banklarına konan Anadolu’nun cefakâr kadın heykellerinin yanında oturarak adeta derin sohbete dalıyoruz. Şehre örnek yöresel bir mimari ile yapılan ve çok özenli huzur veren bahçesi ile belediye binasını ziyaret ediyoruz.  Karşısında, ünlü yazarlardan Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi adına “Ayhan Sümer Kültür merkezi ve Çay Bahçesi” doyumsuz tarihi bir yapı manzarası karşılıyor. Yöresel güzellikler ve munis insanlara doymadan ayrılmak ve başka güzellikleri de heyecanla görmek istiyoruz.

Nallıhan’dan Bolu istikametine giderken sağlı, sollu verimli ve sulak araziler üzerinde sebze, meyve ve sera bahçelerini görüyoruz. Yaklaşık 20 km sonra Göynük yol ayrımına geliyoruz. Yollar gidişli-dönüşlü devam ediyor. Maalesef çift/duble yol burada da yok. Biz “Uyuzsuyu Şelalesi” ne gitmek istiyoruz ancak, Navigasyon göstermiyor ve maalesef ki tabela da yok. Geri dönüyoruz. Yol kenarında ürettiği alın teri olan sebzelerini satan bir satıcıya rastlayıp yol tarifi alıyoruz. Aldığımız tarif ile şelaleyi görmek için tekrar dönüyoruz ve yola devam ediyoruz. Göynük yol ayrımında Göynük tarafına dönüyor ve yaklaşık 7-8 km gidiyoruz. Tarif üzerine solda, Karacasu Köyüne dönüyoruz. Silik bir tabelada şelale ismini zor da olsa seçiyoruz. 4-5 km sonra köye varıyoruz ancak, şelaleye nereden gideceğimizi bir köylüden öğrenerek devam edebiliyoruz. Zorlu, yer yer çakıllı, dar ve kıvrımlı bir yoldan dağa tırmanarak devam ediyoruz. Bu yolun çok kullanılmadığını yoldan anlayabiliyoruz. Zorlu olmakla beraber, Karadeniz’in güzelliklerini aratmayan ormanları ve Akdeniz’i aratmayan bir iklim ile karşılaşıyoruz. Yaklaşık 15 km tırmandıktan sonra nihayet gizemli yere varabiliyoruz! Gayri ihtiyari ağzımızdan “iyi ki gelmişiz” cümleleri çıkıyor. Araçla şelalenin olduğu yere inmeye çekiniyoruz. Arazi araçlarına uygun olsa da binek araçlar için çakıl ve yolun dik olmasından dolayı uygun bulmuyoruz. Yürüyerek iniyoruz ve doyumsuz manzara ile karşılaşınca yorgunluğumuzu unutuyoruz. Etrafı dağlarla çevrili, gözün alabildiğince orman manzarası ve adeta göğe değecek şekilde yükselen ve tescillenmiş çok sayıda çam ağaçlarını görüyoruz. Havası üşütmeyecek bir serinlikte ve doyumsuz bir keyif veriyor. Hava kararmaya başlayınca yolun da riskini göz ününe alarak Ankara’ya doğru yol alıyoruz.

Yaşanmayla daha iyi anlaşılacak Ankara Nallıhan’ın bu saklı ancak, sahipsiz güzelliklerini anlatmaya çalıştım. Yetkililere yol, tabela, tanıtım v.b. konusunda hizmet yapılması, doğa ve tarih severlere de teşvik amacıyla anlatmayı görev bilerek anlattım.

Gezdiğimiz birçok yerde güzel iletişimler de kurduk. Bir kez daha şunu gördüm ki, kamu yöneticilerinin görevlerini yapmadıklarını söylemek istemiyorum! Ancak, makamlarında oturmak yerine, halk arasına karışarak her seviyedeki vatandaşın anlayabileceği şekilde devlet hizmetlerini anlatmalı, onları dinlemeli ve sorunlarını çözmelidirler. Halk, tüm makamlara rahat bir şekilde ulaşarak sorunlarını kendisi için kangrene dönüşmeden çözebilmelidir. Geçim derdi çekenlere devlet destekleri olmakla birlikte, vatandaş bilemediği için yeterince faydalanamamakta ve sorunları çözüme kavuşamamaktadır!

Daha mutlu ve sağlıklı bir toplum ile daha güçlü bir ülke temennilerimle.08.08.2020

İsmail AKGÜN

Gezi Notları-Deneme

MEYAD Genel Başkanı, Eğitimci, Yazar, Mobbing Bilirkişisi