Bu sıralar elimdeki kitaplardan biri ‘Moby Dick’ yani ‘Beyaz Balina'. Kitaplığımda durduğuna göre daha önce de okumuşumdur. Fakat çoğu okuduğum kitabı çıkaramadığım gibi bunu da anımsayamadım. Rüyamda görünce okumak elzem oldu.

Daha henüz başlardayım. Bir karakterin tahlilinde yapılan benzetme çok hoşuma gitti. Anlamını vermeye çalışarak bir kısmını paylaşmak istiyorum.

“...Bir adam ki, Horn Burnu yoluyla- yani yurduna giden tek yolla- kalkmış, yurdundan yirmi bin mil uzaklara gelmiş. Sanki Jüpiter gezegenine gitmiş de hiç istifini bozmuyor, tam bir huzur içinde kendi kendine yetiyor ve hiç tutumunu değiştirmiyor. Felsefenin adını bile duymadığı su götürmez ama gene de güzel bir filozofluk payı vardır bu davranışında. Hoş, belki de gerçekten filozof olmak için, insanın, filozofça yaşadığını ya da öyle yaşamaya çalıştığını bilmemesi gerekir. Bir adamın filozof geçindiğini duydum mu, yediğini sindiremeyen bir kocakarı gelir aklıma: ’bu adam da midesini bozmuş olmalı’, derim.”

İşi filozof olmaya çalıştığıma bağlamamanızı dileyerek diyorum ki ben de o kocakarı gibi hissediyorum kendimi. Midem her anlamda yediklerini hazmedemiyor. Yaşadıklarım ve yaşama dair sorgulamalarım dur durak bilmiyor.

Anadolu toprakları derken dolu dolu ağzım şimdilerde ne kadar analarla dolu bir ülkede yaşadığımı bilmek beni iğreti ediyor. Bu tespiti yani ana- dolu sözcüğünün anaların çok olduğuna dair tespiti yine bir kitapta okumuştum. Yaklaşım olarak kadınlığın değil anne olmanın ön plana çıkarıldığına dair bakış açısına sahip bir kitaptı. Adını hatırlamıyorum ama eşitlikçi bakış açısını oturtmaya çalıştığım bir dönemime denk geldiği için abartılı bulmuştum sözcük üzerinden yaptığı tespitleri.

Hâlbuki genç yaşta boşanan bir kadın olarak bu tespitlerin çoğunu ben de yaşamıştım. Zihnim kitaplarda olduğu gibi yaşadıklarım konusunda da bazen beni yarı yolda bırakıyor. Fakat oğlum ölüp artık arkasında saklanacağım bir rol de kalmayınca çırılçıplak ortada kaldım. Hadi hodri meydan diyor yaşam bana.

İşte burada daha net oturdu o kitapta yazılanlar. Nasıl da analarla dolu bir oluşumun içinde kendime kör olduğum acı gerçeği her defasında ayrı bir yerden yüzüme çarpıyor, canımı yakıyor. Oluşum diyorum çünkü ben başka kültürlerle yoğrulmadım ya da temas etmedim, o yüzden kıyaslama yapamıyorum. Okuduklarım ya da duyduklarım da bana bu alanda ışık tutmuyor. O yüzden sadece bu topraklara özgü mü bu analık ile ilgili tespitler orada net değilim.

Net olduğum şey, kutsallaştırıldığı kadar kurumsallaştırıldığına dair tespitim. Resmen bir statü olarak algılamışım ve algıladıklarına şahit olduklarımdan yola çıkarak ancak içime dönüp bakabiliyorum. Nasıl bu hale geldiğimi çözümlemeyi bırak şaşkınlıktan gözüne ışık tutulmuş kedi gibiyim. Kedilerle ilgilenmeye başlayınca benzetmelerim de o ağırlıkta olmaya başladı. Bu arada ben kedilere ışık tutmuyorum. Farkındalığım doğrultusunda onlara eziyet etmediğimi düşünüyorum yalnızca bugün için. Sadece yaşadığı yerin kokusu insanın üzerine siner derler ya, o alanı elimden geldiğince temiz tutmaya çalışıyorum.

Evet, farkındayım konuyu dağıtıyorum. Ne yapayım! Hassas bir alan benim için de toplumsal yargılar açısından da. Çekiniyorum.

Sosyal medyada soruyor ya, nasıl hissediyorsunuz? Kandırılmış hissediyorum demek geçiyor içimden. Ya da acaba öyle düşündüğüm için mi kötü hissediyorum? Kandırılmak, aldatılmak olsa olsa birer eylemdir. Eylem olarak bakarsam daha okey oluyor içim. Çünkü seçim hakkım var diye bakıyorum meseleye. Hâlbuki hisler daha oluş halini taşır. Sorgulanmaz bile. Tıpkı belli bir süre sonra bayatlayacak ekmeğin neden bayatladığını sorgulayıp kızamayacağım gibi, hislerimi de doğal haliyle yaşamak istiyorum.

Annelikse yaşayacağım, sadece bana özel doldurmalıyım içini. Yoksa ben, ben olamam ki... Kutsallaştırıp vaatlerde bulunduğunuz analık kavramınız sizin olsun. Ben benimkini yalnızca bugün için ‘ beslemek ‘ diye tanımlıyorum. Önce kendini beslemek her anlamda daha sonra geriye kalanları da pay etmek gönlünce hesap kitaptan uzaklaşmaya çalışarak. Tanım hazır uygulamak da kolaylıkla ve sevgiyle Olsun.