Günlerden Cumartesiydi. Belki inanmayacaksınız, ama tam da 12-13 arası! Öğle namazını kılmış, İmam Efendiyle beraber Camiden çıkacağız. Kapıdan bir genç giriyor. Önce kitaplığa doğru yürüyor. Bir Kuran-ı Kerim çıkarıp şöyle bakıp, sayfalarını çeviriyor, sonra secdeye gidiyor. Bir süre kalkmıyor, kalkınca ellerini açıp dua ediyor.

Kalkıp bize doğru geliyor. Önde ben olduğum için, İmam olduğumu düşünerek;” Hocam, zamanınız varsa, biraz konuşabilir miyiz?”

“Ben hoca değilim” diyerek, İmam Efendiyi işaret ediyorum.

İmam efendi , “Abi ne dersin?” gibisinden, yüzüme bakıyor.

“Tamam, olur, sorun yok!” gibisinden başımı sallıyorum.

İmam odasına geçiyoruz. Sohbet etmeye başlıyoruz.

Adı Ahmet, 29 yaşında. Hiç de yaşını göstermeyen minyon tipli, temiz yüzlü, temiz giyimli bir genç. Mevcut ilçelerimizden birine bağlı bir köyde ikamet ediyormuş.

“Buyurun sıkıntınız neydi?” dememizle anlatmaya başlıyor.

“Hocam, durumum iyi değil, psikolojim çok bozuldu, intihar etmeyi düşünüyorum. Bana yardımcı olun, bir akıl verin. Ne yapacağımı bilemiyorum!” dediğinde; ikimizde donup kaldık, ne yapacağımızı, ne diyeceğimizi şaşırdık. Acaba gerçek mi söylüyordu, yoksa başka bir amacı mı vardı, bilemedik. Biraz konuşturmak ve durumunu öğrenmek istedik.

Anlatmaya devam ediyordu;

“Köyde annem ve kız kardeşimle beraber oturuyoruz. Babam, annemle evleneceği zaman, hem amcalarım, hem de dayılarımdan hiç kimse rıza göstermemiş. Buna rağmen, yine de her şeyi göze alarak, her zorluğa göğüs gererek evlenmişler. Sonra babam rahmetli olmuş. Annem büyük zorluklarla bizleri büyütmüş. Ben akrabalarımın bize yardım etmemelerine içerlenerek, her geçen gün onlara karşı kin, nefret besledim, her ortamda kötü davrandım. Gittikçe birbirimizden uzaklaştık. Şimdi kimse halimizi, hatırımızı sormuyor, yüzümüze bakmıyor,”

“Peki, ne mezunsunuz, okul okumadınız mı?”

“Adıyaman Turizm Yüksekokulu mezunuyum”

“El de yok, avuçta yok diyorsun, nasıl Üniversiteyi okudun?”

“İlk yıl okula gidiyordum, geceleri, hastane salonlarında ki koltuklarda yatıyordum, sonra yurt çıktı.”

“Peki, yeme içme işini nasıl yapıyordun?”

“Oradakiler yardımcı oluyorlardı.”

“Ya okulda nasıl yapıyordun?”

“Karşılıksız krediyle idare ediyordum.”

“Kaç yıl oldu bitireli?”

“5 yıl”

“Hiç iş aramadın mı?

“Aramaz olur muyum, gittiğim her yerden eli boş dönüyorum, şimdi, polisliğe, askerliğe müracaat edeceğim ama elde yok avuçta yok, hem evdekiler parasız, hem de ben beş parasızım, artık yapacak başka bir çarem kalmadı. Dayılarım Gaziantep de, amcalarım köyde, dedemim malı çok, fıstıkları var; ama bize bir kuruş para ve arazi vermiyorlar. İstanbul’a gitmek istiyorum ama gidecek param yok. “Beni İstanbul’a kadar gönderin” diye kime dediysem; hep arkasını döndüler, yardım etmiyorlar. Söyler misiniz başka ne yapabilirim?”

“İstanbul’a hiç gittin mi?”

“Hayır, ama oraya kadar gidersem, iş bulurum.”

“İstanbul öyle bildiğin gibi değil, deniz derya, boğulup gidersin, beş parasız orada kurda, kuşa yem olursun, harcanırsın oralarda. Bak burada derdini bize anlatıyorsun, orada kimseye anlatamazsın, hem dinleyeni de zor bulursun. O yüzden sen İstanbul sevdasından vaz geç.”

“Başka çarem yok, ha burada işsiz kalmışım, ha orada, ne fark eder, tek çarem İstanbul’a gitmek.”

Bir ara düşünüyorum, “tamam ben seni göndereyim diyorum. Sonra zaten parasızsın, hadi buradan gittin, dönmek istersen nasıl döneceksin, cebinden kuruş yok, ne yiyip, ne içeceksin, nerede kalacaksın?” diyorum.

Biraz düşünüyor, “haklısın amca, İstanbul’a gitmekten vazgeçtim. Sen söyleyince, gözüm korktu.”

“Kaç günüdür buradasın?”

“6 gün oldu.”

Nerede kalıyor, ne yiyorsun, içiyorsun?”

Yine hastanede kalıyorum. Bekleme salonunda yatıyorum, Güvenlikçiler durumumu bildikleri için, yediklerinden bana da veriyorlar.”

“Neyse mademki İstanbul’a gitmekten vaz geçtin. O zaman biz seni köyüne gönderelim, annenle, kız kardeşinle etraflıca bir daha konuşursun. Sabahleyin de doğruca Gaziantep’e, dayınlara gidersin. Durumunu anlatırsın, gerekirse ben gitmiyorum evinizden, yeğininiz değil miyim, ister kızın, ister dövün, ister sevin, ne yaparsanız yapın dersin. Onlarda insanlar, yeğenlerini affederler, mağdur etmezler eminim. Belki amcaların değil, ama dayıların sana yardımcı olurlar, belki iş de bulurlar. Denemekten zarar gelmez. İstanbul’a gitmekten, ona buna yalvarmaktan iyidir. Başkasına yalvarıp yardım isteyeceğine, git dayınlardan, çocuklarından yardım iste. ”

Tamam hocam, amca, öyle yapacağım, Allah razı olsun, rahatladım biraz. Bugüne kadar kimse bana böyle öğüt vermedi, nasihatler da bulunmadı.”

“Güzel faydamız olduysa ne mutlu bize, Allah yardımcın olsun inşallah!”

Sağ olun, bugüne kadar çok hatalarım, yanlışlarım oldu, çok şükür dönüş yaptım, namaza da başladım, ama hep yalnızım, iş bulamıyorum, şehre gelemiyorum, kira, geçinmek çok zor.”

“Ne güzel namazına devam et, hem camidesin, Allah’a yalvar, affedicisin, af etmeyi seversin, beni de affet diye dua ve niyaz da bulun.”

Bir saate yakın konuşmadan sonra, birden yüzü mütebessim bir çehreye bürünüyor. Gözleri ışıldıyor, elimizi öpmeye çalışıyor, seviniyor, mutlu oluyordu. Caminin karşısında ki kebapçıda karnını doyuruyor, cebine de biraz haçlık koyup, Gaziantep minibüsüne bindiriyor ve yolcu ediyoruz.

Ne kadar faydamız oldu, adı bile kötü olan o intihar düşüncesinden ne kadar döndürebildik bilemiyorum; ama Allah yardımcısı olsun, amca, dayı, akrabalarına, başta da dedesine akıl, fikir, feraset, vicdan, merhamet versin. Allah (CC) kimseyi çaresiz bırakmasın! (Amin)

Kerim BAYDAK

[email protected]