Salgın virüs ve korku filmlerini seyrederken, “hep nasıl oluyor ya, böyle bir şey olabilir mi?” diye hep merak ederdim. Sanırım bu merakım kısmen de olsa giderilmiş durumda. Aradaki tek fark, insanların zombilere dönüşmemesi, ısırıklarda başkalarına bulaştırmaması.

Şu an dünya filmlerde ki gibi olmasa da, benzer özellikler göstermektedir. İnsanlar evlerine hapsolmuş durumdalar. Kimse kimseye yanaşamıyor, tokalaşamıyor, sarılamıyor, öpüşemiyor. Herkes birbirinden uzaklaşmaya, uzak durmaya çalışıyor. Ailede herkes odasına çekilmiş durumda. İşlerini telefonlarla hallediyorlar. Yemekler bile sırayla yeniliyor. Aman Allah’ım ne hallere geldik, ne duruma düştük. Herkes dışarıda birbirine şüpheyle bakıyor, hele de yüzüne maske takmışsa, korku, kaygı, endişe alıyor tüm benliğimi. Kendimize bile şüpheyle bakar olduk.

Haksız mıyız, evet haklıyız, haklılar. Sinsi ve görünmez katil Korona (Kovit-19) virüsü herkesi birbirinden uzaklaştırdı. Kimsenin kimseye güvenmemesine sebep oldu.

Korona, bizi birçok şeye muhtaç etti, birçok şeyden mahrum etti, birçok şeye hasret bıraktı.

Bizi genç-yaşlı, hasta-sağlıklı, kadın-erkek ayırımına tabi tuttu.

Korona, özlemlerimizi, hasretlerimizi, hasletlerimizi, duygusallığımızı, insanlığımızı, insani değerlerimizi depreştirdi.

Arkadaşlarımızla bir araya gelip iki lafın belini kırmamıza engel-sebep oldu.

Bir çay ocağında arkadaşlarla oturup ince belli bardaktan tavşankanı çayları, gülerek sohbetler ederek içmeyi özlettirdi bize.

Atatürk Barajına gidip, olta misinasına takılan,  kıpraşan balıkları tutmayı özlettirdi bize.

Ali dağına, Beş pınar mesire alanına gidip, Semaver da odunla çay pişirmeyi, mangal yapmayı özlettirdi bize.

Dağların o serin havasında, bir pınar başında oturmayı özlettirdi bize.

Korona bize birçok şeyi özlettirirken, çok sıkıntıyı da getirdi bize.

Hacca giderek Kâbe-i Muazzama’yı görenleri ziyaret ederek, zemzem suyu içerek, hurmayı yemeyi özlettirdi bize.

Özellikle 5 Vakit namazı dinimizin sembollerinden olan Camilere gidip namaz kılmayı ve Camii cemaatiyle birlikte olmayı özlettirdi bize.

Belki devlet işinde ve özel de birçok alanda çalışanlar, Korona virüsünün geçmesi sürecinde, kendini idare edebilecekler; ancak bunu başaramayanlar da var.

Fabrikalardan çıkarılanlar, birçok işyerinde ücretsiz izine ayrılanlar, inşaat işlerinde gündelik yevmiyeyle çalışanlar, lokanta, kahve, kafe benzeri yerlerden çıkarılanlar, taşımacılıkta hayatını idame ettirenler, sokaklarda yatmak, yaşamak zorunda kalanlar, ekmeğini çöpten çıkaranlar, kedi, köpek gibi insanın verdikleriyle beslenen sokak hayvanları…

Devletimiz elbette gerekli tedbirleri ve önlemleri almıştır, alıyor.

Vatandaş olarak bizlerinde üzerine düşeni yapması gerekiyor.

Devlet vatandaş el ele verdiği sürece, hakkından gelinemeyecek sıkıntı ve problem yoktur.

Güzel, aydınlık, ferah günlere ulaşmak için, uzmanların, yetkililerin ve etkililerin söylediklerine, uyarılarına kulak verelim, uyalım, uymayanları uyaralım.

Korona virüsünden kurtulmak için lütfen evlerimizden çıkmayalım. Çıkanları uyaralım, özellikleri yaşlılarımızı ve hasta olanları uyaralım.

Bu işin en büyük sıkıntısını ve sorumluluğunu yaşayan sağlık çalışanlarımızın Allah yardımcısı olsun.

“EVDE KAL ADIYAMAN, TÜRKİYE, ÇÜNKÜ HAYAT EVE DE SIĞAR”

Evde kalmak, evimizin penceresinden dışarıya bakmak, hastane köşelerinde, yoğun bakım ünitelerinde tavana bakmaktan, belki de hayatımızı yitirmekten iyidir, hem de çok iyidir.

Unutmayalım!

Ah Korona Korona, koydun bizi bir gizemli oyuna!

Kerim BAYDAK

[email protected]