Takriben bundan 30 yıl önceydi. Ağustos’un sonlarına doğru yeryüzü kavurucu sıcaklığın etkisiyle yaşanmaz bir hal almıştı.

Meteoroloji yetkilileri, havaların aşırı sıcak olması münasebetiyle vatandaşlara saat 10 ile 16 arası dışarı çıkmamaları yönünde kitle iletişim araçları aracılığıyla uyarı yapıyordu!

            Termometreleri anlamlandıran rakamlar; 46 - 47 dereceyi göstermekteydi.

Aman Allah’ım! Bu ne sıcaklık…

Güneşe yumurta koysan pişecek kadar etkileyici bir hava hâkimdi!

Işınlarıyla evreni ateşe veren güneş, adeta yeryüzüne inmişçesine tabiatı tahribata uğratmıştı!

Canlı varlıkların tümünde mahşeri atmosferi andıran olumsuzluklar belirmişti!..

Haliyle toplumun her ferdi gibi bende sıcakların etkisiyle bunalmış, olumsuz psikolojiye düçar olmuştum!

Böyle bir ortamda hafta sonunu fırsat bilerek, köyümüze (Bozhöyük) gidip hem amcamlarla bol bol hasret giderdim, hem de amcamın oğlu Mehmet ile birlikte köyümüzün yakınında olan “Çakal Çayı”na (akarsu) gittik, saatlerce suya balıklama dalıverip serinlemeye çalıştık.

            Akşama doğru eve dönerken, açlıktan zil çalan midemizi enfes bir ziyafetle tıka basa doldurduk.

Günbatımından hemen sonra; Mehmet ile beraber taze üzümden atıştırmak amacıyla köyün güneydoğusunda bulunan ve amcamlara ait olan bağa doğru yola koyulduk.  

            O akşam, gökyüzünde mehtaba eşlik eden sayısız yıldızları seyre dalarken, içime adeta sağanak sağanak sevgi ve muhabbet yağmuru yağıyor gibiydi...  

Hele o güzelim yıldızlara tatlı gülücükler saçan bir Dolunay vardı ki; aman Allah’ım!...  Ay bu kadar mı güzel olur…

            Sanki fersahlarca uzaklardan bize el sallıyormuşçasına sevgi ve şefkatle kollarını açmış, tebessümle gülücükler saçıyordu.

            Bir taraftan gökyüzündeki eşsiz güzelliği seyre dalarken, öte taraftan üzümün en mükemmelini bulup yemek için yoğun bir koşuşturma temposuyla sağdan sola koşuyoruz.

            Böyle bir hengâmede bizim Mehmet avazının çıktığı kadar “Bilaaaaaaaaaaaaaallll” diye seslendi!!!

Zevkten dört köşe olduğum bir zaman diliminde, Mehmet’in çığlıkları duyu organlarımın zarını neşterledi, ani bir irkilmeyle birlikte tir tir titremeye başladım!

Sanki dizlerimin bağı çözüldü, yüreğim yerinden söküldü, mecalsiz bir halde kaybetmişim kendimi oracıkta meğer!

            Bereket versin kısa sürede toparlanıp, kendime geldim ve Mehmet’in sesine doğru koşuverdim!  

Tam yaklaştığım bir anda, tahminen iki metre uzunluğunda boz yılan, “hışşşşşşşşşşşş” diye ses vererek, sürüne sürüne hızlıca uzaklaştı!..

            Mehmet; “Bilal başım çok fena ağrıyor, hiç halim kalmadı” dedi ve aniden yere yığılıverdi!

O anda neye uğradığımı şaşırdım!

Koluna baktım, birde ne göreyim; geçen her salise şiştikçe şişiyor!..

Peşinden kusmaya başlayan zavallı Mehmet’in içler acısı ahvali, telaşa gark etti beni.

Hiç zaman kaybetmeden ivedilikle yere oturup bağdaş kurdum ve başını dizime koydum.

            O an gözlerini bir yumdu garibim! İlelebet açmamak üzere derin bir uykuya dalıverdi!..

Bu nedenle Ağustos ayını sevmiyorum ben!

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…  

      Bilal KARADAĞ

[email protected]