Ortada iki çiğköfte tescili var. Birisi Şanlıurfalıların “etli” çiğköfte tescili, diğeri de daha önce mahkemeden dönen Adıyamanlıların etsiz çiğköfte tescili. Sosyal medyada ve basında yapılan tartışmalara baktığınızda da, sanki Adıyaman, bu tescille çağ açıp, çağ kapatmış. Oysa Adıyaman, aynı Adıyaman. Ya Şanlıurfa…

Şanlıurfa öyle mi ya…

1987 öncesindeki Şanlıurfa değil ve on yıl sonra da bugünkü Şanlıurfa olmayacak, elli yıl sonra da bugünkü Şanlıurfa olmayacak.

Adıyamanlıların ağzına bir parça bal çalmadılar ama nasıl olduysa oldu bir lülük köfteyle gönlünü almayı bildiler. Artık etsiz çiğköfte Adıyamanlıların. Hem de hiçbir Adıyamanlının “etsiz çiğköfte mi olur” diyerek yemediğinden. Fabrikasyon olan etsiz çiğköfte, Adıyamanlının damak tadına uymuyor. Elle yoğrulan ve sadece Adıyaman’da satılan etsiz çiğköfte ise fabrikasyona karşın malzemesiyle, yoğurma tarzıyla, lezzetiyle yeniliyor. Ama asıl çiğköfteyi, Şanlıurfalıların iddiasının aksine Adıyamanlılar daha güzel yoğuruyor; lezzetiyle, kıvamıyla, acısıyla, tadıyla, tuzuyla…

Ama bu arada bir şeyler de unutturuluyor.

Adıyamanlılar, çiğköftenin coğrafi tescilini alınca, Adıyaman bir adım ileriye mi gidecek, daha çok çiğköfte mi satılacak, daha çok yatırım mı yapılacak, daha çok istihdam mı sağlanacak, daha çok değişim mi yaşanacak, daha çok dönüşüme mi şahitlik edeceğiz?

Elbette hiçbirisi olmayacak.

1987 yılında Adıyaman’ın bir ilçesini ve onlarca köyünü sular altında bırakan Atatürk Barajını dolduran Fırat Nehri, bir damla suyuyla dahi olsa Adıyaman’ın kuruyan toprağına derman olmadı ama komşumuz Şanlıurfa, siyasilerin gücüyle “çöl haline” gelen bütün topraklarını irem bağlarına çevirdi. Helal-i hoş olsun. Şanlıurfalı kardeşlerimiz hiç ürün almadıkları ve almayı hayal dahi etmedikleri topraklarıyla servetlerine servet, güçlerine güç kattılar.

Şanlıurfa değişti, Şanlıurfa dönüştü. Bunu çarşısında gezdiğinizde, pazarını yokladığınızda, Balıklıgöl’ü turladığınızda, havalimanında uçtuğunuzda, otogarında seyahat ettiğinizde, evlerine baktığınızda, alışveriş merkezilerini gözlediğinizde görmeniz mümkündür. Allah daha çok versin ve tekrar söylüyorum helal-i hoş olsun, yarasın ama neden bizim de olmasın?

Adıyaman’ın çiğköfte meselesi biraz karışık iş.

Adıyaman dışında “çiğköfteyi bilmeyenlere” pazarlanan ve yenmesi -bizce- mümkün olmayan etsiz, tatsız ve tuzsuz “fabrikasyon” köfteyi tescil etsen ne olur, etmezsen ne olur?

Köfte yoğuran birisi olarak ağzıma almadığım, soframa koymadığım ve asla da koymayacağım bir ürünün bize ait olduğu söylense ne olur, söylenmezse ne olur?

Nasıl olsa birileri “köfte” diye bu acayip şeyi satıp duruyor ve birileri de bu acayip şeyi “köfte” diye alıp yiyor.

Elbette bu arz talep meselesi ve biraz da zevk meselesi…

Buna kimsenin bir şey diyeceği yok.

Ama gerçek çiğköftede Adıyaman farkı her zaman kendisini gösterir.

Etli de olsa, etsiz de olsa “yoğrularak” yapılan çiğköfteyi Adıyamanlı bir başka yapar.Adıyaman’da çiğköfte satan hangi işyerine giderseniz gidin, “fabrikasyon” dışında bir lezzetle karşılaşırsınız. Yine Adıyaman’da etli çiğköfteyi yediğinizde de, “bu kent, bu işi biliyor” dersiniz.

Bu açıdan patent almaya, coğrafi işaret kazanmaya hakkı var ama fabrikasyon köfte için değil.

Biz bunu tartışırken, Şanlıurfalılar bir kez daha coğrafi işaretlemeyi mahkemeye taşımaya hazırlanırken, dönüp kendimize de bakmıyoruz.

Adıyaman’la Şanlıurfa’nın gelir giderini bir yoklasak diyorum.

1987 yılından bu yana “değişim” ve “dönüşüm”ü tek tek ortaya koysak diyorum.

Şöyle her iki şehirde de bir turlasak, sonra da “hangi kent çağ atlamış” diye baksak diyorum…

Bir lülük köfte Adıyaman’ı değiştirmez ama Atatürk Barajının bir damla suyu, bir çölü, alır, irem bağlarına dönüştürür…

Boşverin, coğrafi işaretleme artık bizim.

Çiğköfte deyince Adıyaman akla gelecek; ama tatsız ama tuzsuz ama etsiz ama yavan ama fabrikasyon…

Bu bile bize yeter; yetiyor sanırım!