Dünyanın zulüm ve karanlıklar içinde boğulduğu, insanlığın ise en buhranlı zamanında “Rahmeten Lil Âlemin” olarak gönderilmişti O Yüce Peygamber.

O’nun dünyayı şereflendirmesiyle birlikte, ufukta beliren İslam güneşini hazmedemeyen Batıl, adım adım zail olmaya yüz tutmaktaydı.

Hülasa, cehalet dehlizlerinde can çekişen insanlık, Nur Muhammed’in billur pınarından kana kana su içmekle can buldu! 

İslam güneşinin peyderpey ivme kazanıp, ilk defa Medine-i Münevvere’yi kâmil manada ısıtmaya başladığı o kutsal dönemde (hicretin dördüncü yılı), Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile tanışma şerefine nail olmuştu o mübarek Sahabe.

“Anam babam sana feda olsun ya Resulullah” diyerek, hak din ile şereflenip, İlay-ı Kelimetullah’ın yeryüzüne hâkim olabilmesi amacıyla diyar diyar dolaşarak, tebliğ vazifesinde bulundu. 

Hz. Muhammed (S.A.V)’in yoluna can koyup, O’nunla beraber başta Bedir, Gatafan, Sevik, Uhud, Beni Nadir, Müreysi, Hendek, Beni Kureyza, Mute, Huneyn ve Tebük olmak üzere, nice gazvelerde bulunma şerefine erişti.

Aynı zamanda İki Cihan Serveri’nin her duyurusunu Medine halkına ulaştırmada yoğun bir gayretin odağında bulundu.    

Bir ara Müreysi Gazvesi esnasında Abdullah bin Ubey münafığının iftirasıyla sarsılmış olsa da, bilahare Cenab-ı Hakk tarafından gelen vahiyle birlikte hem kendisi, hem de Mü’minler büyük bir mutluluğa gark oldu. 

O Mübarek Zat-ı Muhterem’in yegâne düşüncesi; yeryüzüne İlay-ı Kelimetullah’ın hâkim olabilmesiydi. Böylesine ulvi bir gaye ile erinmeden diyar diyar gezip tebliğde bulundu.

Mekke-i Mükerreme’nin semalarından doğup, Medine-i Münevvere’de olgunlaşan İslam güneşinin, kâinatın zifiri karanlıklarından sıyrılıp aydınlığa gark olmasını arzuluyordu.

Ben-i Süleym Kabilesi’nde doğmuş olan bu mübareğin, İslam’ın yaygınlaşması adına vermiş olduğu mücadeleler dillere destandır.

Önceleri gayr-i İslam’i bir hayatın odağında yer alan kabilesine rağmen, O, İslam’ın engin deryasında abideleşmişti. Hoşgörü, şefkat ve muhabbet meltemiyle can buluyor, bulunduğu ortamın manevi atmosferiyle çevresine mehtap saçıyordu.

Etrafı kasvet ve karanlıklarla çevrilmiş olan insanlık denizinde yakamozlaşıp, sevgiyle bezenen yaşam mukaddesatını topluma sunuyordu.  

Ulvi hasletlerle donatılmış bu yüce şahsiyet, herhangi bir şahıs olmazdı elbet. O, dünyanın gelmiş geçmiş en üstün insanı ve insanlara rahmet olsun diye gönderilen Hz. Peygamber’in kutlu arkadaşlarından biri olan Hz. Safvan bin Muattal’dır.

Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in Dar-ül Beka’ya yürümesinin akabinde, uzak diyarların da İslam gibi şerefli bir din ile tanışmasını hararetle arzuluyordu.

Çok geçmeden engin arzu ve istekleri gerçekleşmeye doğru yol almaya başladı: İslam halifesinin talimatları doğrultusunda ordu kumandanı olarak bölgemize (Adıyaman) kadar gelerek fetihler gerçekleştirdi.

            Takriben 20 yıl kadar Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde bu bölgede görev yapma şerefine nail oldu.

Dört halifeden sonraki Muaviye döneminde de Muaviye tarafından buraya vali olarak tayin edildi. 20 yıllık Muaviye döneminde keza bu bölgede görev yapma şerefine nail oldu. Böylece Hz. Safvan bin Muattal, toplam 40 yıla yakın bu yörede resmi ve kutsal bir görev icra etmiş oldu.

Bu 40 yıllık dönemi devamlı bir mücadele ile geçti. Yabancısı olduğu, ancak vatan edindiği bu topraklarda İslamiyet’in yaygınlaşması için Bizans ile amansız savaşlara girdi. Yaralandı ve nihayet bu topraklarda Muaviye döneminin sonlarında çetin mücadeleler neticesinde şehadet şerbeti içti.

Samsat ilçemizin sınırları içerisinde metfun bulunan Sevgililer Sevgilisi’nin can yoldaşı ve gönlümüzün kutsal köşesinde abideleşen O Zat-ı Muhterem’e selam olsun.

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

       Bilal KARADAĞ

[email protected]