Hep ayrılık, yine ayrılık.

Vuslat neresi, ya da kime varıştır şaştım kaldım.

Sizi bilemem ama bu dünya kocaman bir ayrılıklar dünyası kanımca.

Ayrılıyoruz her şeyden birer birer.

Renklerden, seslerden, nesnelerden, kişilerden, duygulardan her şeyden ayrılıyoruz peşi sıra.

Uğruna hiç ayrılmamamız gerekenlerden de ayrılıyoruz.

Ve ne acıdır ki;

dünyaya geldiğimiz an başlıyor bu ayrılıklar dizisi.


Önce annemizin  güven dolu, korunaklı karnından ayrılıyoruz,


sonra doyduğumuz memesinden. Emeklemeye başlayınca da kucağından ayrılıyoruz.

Biz büyüdükçe ayrılıklar artıyor ve daha  bir acıtıyor.

Büyüdükçe çocukluğumuzun rengi beyazdan kirlendikçe temizliğimizden,

saflığımızdan ayrılıyoruz.
Ayrılıyoruz her şeyden birer birer işte.!

Çocuksu gülüşlerimizden, umutlarımızdan, el değmemiş  saf hayallerimizden.


Keşke tüm ayrılıkları şu yazım kadar  küçümseyebilsek.

Ayrılacağız her bir kişiden ve her bir şeyden teker teker.

Ve bazılarımız bu ayrılmayı o kadar abartacak,

kendini o kadar kaptıracak ki bu ayrılıklar dünyasına; kendinden bile ayrılacak.
Renkten renge gireceğiz, hâlden hâle geçeceğiz.

Beyazımızdan ayrılacağız, siyahımızdan.
Düşüncelerimizden.
Duygu ve hislerimizden.
Bir hüzünden meselâ, bir belâdan.!
Sevinçlerimizden.
Heyecanlarımızdan.
Coşkularımızdan.

Ayrılıklarımızdan ayrılacağız.


Hiç bir şey ebedi olmayacak; gün gelecek ayrılacağız hepsinden şu ya da bu

sebepten.

Ve öyle bir ân gelecek ki, tüm bunları yaşadığımız dünyadan da ayrılacağız.

Annemizin rahminden ayrılarak geldiğimiz bu dünyayı yine bir ayrılık serüveniyle kapatacağız…

Ayser ÖZBAKIR